T.C.YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
Esas: 2017/2-806Karar: 2017/516Tarih: 15.03.2017
✦ KISA VE GEREKÇELİ KARAR ARASINDA UYUM
✦ BOŞANMA
✦ TEDBİR NAFAKASI
6100 – HUKUK MUHAKEMELERİ KANUNU / 297
Taraflar arasındaki “boşanma” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Gediz Asliye Hukuk ( Aile ) Mahkemesince davanın reddine dair verilen 18.06.2013 gün ve 2012/394 E. 2013/363 K. sayılı kararın temyizen incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 13.02.2014 gün ve 2013/19881 E., 2014/2678 K. sayılı kararı ile önce onanmış; daha sonra davacı vekili tarafından karar düzeltme istenilmesi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 23.06.2014 gün ve 2014/10807 E., 2014/14147 K. sayılı kararı ile;
( … Davacı ( kadın ) tarafından açılan boşanma davasının reddine karar verilmiş, hükmün davacının temyizi üzerine karar Dairemizce onanmıştır. Toplanan delillerden, davalı ( koca )’nın eşine sürekli hakaret ettiği, eşinin ihtiyaçlarını karşılamamak suretiyle evlilik birliğinin kendisine yüklediği yükümlülükleri yerine getirmekten kaçındığı ve eşini müşterek çocuklarının yanına dahi göndermeyerek baskı altında tuttuğu anlaşılmaktadır.
Bu halde, taraflar arasında ortak hayatı temelinden sarsacak derecede ve birliğin devamına imkan vermeyecek nitelikte bir geçimsizlik mevcut ve sabittir. Olayların akışı karşısında davacı ( kadın ) dava açmakta haklıdır. Bu şartlar altında eşleri birlikte yaşamaya zorlamanın artık kanunen mümkün bulunmamasına göre kadının davasının kabulü gerekirken ( madde 166/1 ) yazılı şekilde davanın reddi doğru görülmemiştir. Ne var ki ilk incelemede bu husus gözden kaçtığından davacı ( kadın )’ın karar düzeltme isteminin kabulüyle Dairemizin 13.02.2014 tarih, 2013/19881 esas 2014/2678 karar sayılı ilamının kaldırılmasına karar vermek gerekmiştir… ),

Gerekçesiyle oyçokluğuyla bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Dava, evlilik birliğinin sarsılması hukuki nedenine dayalı boşanma istemine ilişkindir.
Davacı vekili davalının evliliklerinin ilk yıllarından itibaren davacıya sık sık fiziksel ve sözlü şiddet uyguladığını, eşine karşı aşırı kıskanç ve güvensiz bir tutum sergilediğini, eşinin küçük çocuğunu oynatmak için kapının önüne çıkarmasına, evin ihtiyacı olduğunda bakkala gitmesine dahi izin vermediğini, tehdit ettiğini, eşinin ve çocuklarının ihtiyaçlarını önemsemediğini, en son 2012 yılının Eylül ayında davacının kardeşlerinin rahmetli babaları için düzenlediği hayır yemeğinden döndüğü zaman davalının olay çıkardığını ve müvekkiline kötü muamelede bulunduğunu, bunun üzerine müvekkilinin evi terk ettiğini ileri sürerek boşanma kararı verilmesini; 60.000 TL maddi, 40.000 TL manevi tazminata ve faizi ile birlikte aylık 500 TL tedbir nafakası ile yoksulluk nafakasına hükmedilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı, eşi ile arasında hiçbir problem olmadığını, davacının hiç sebep yok iken müşterek konutu terk ettiğini, davacının son bir yıldır psikolojik olarak rahatsız olduğu için devamlı tedavi gördüğünü ve bu rahatsızlığın etkisi ile dava açtığını belirterek davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

Yerel mahkemece müşterek çocukların beyanlarında geçen hakaret ve şiddet olaylarından sonra tarafların tekrar bir araya gelerek evlilik birliğini devam ettirdikleri, dolayısıyla bu olayların affedilmiş ya da en azından hoşgörüyle karşılanmış olduğu, tarafların ayrılmalarına sebep en son olayda davalının davacıya karşı küfür ve hakaret içeren söz söylemediği, davacıya şiddet uygulamadığı, davacının bu tartışma üzerine müşterek haneyi terk ettiği, fiili ayrılığın tek başına boşanma nedeni olamayacağı, davalının davacı ile ayrı yaşadıkları dönemde davacı ile bir araya gelme ve barışma girişiminde bulunduğu, davacının kendisine tarla devir edilir ise davalı ile yeniden bir araya gelmeyi kabul edebileceğini beyan ettiği, bu hal gözönünde bulundurulduğunda tarafların evlilik birliğinin temelinden sarsıldığının sabit kabul edilmediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Davacı vekilinin temyizi üzerine hüküm, Özel Dairece önce onanmış; davacı vekilinin karar düzeltme istemi üzerine yukarıda başlık bölümünde yer alan gerekçe ile bozulmuştur.
Yerel Mahkemece önceki gerekçelerle davanın reddine dair hükümde direnme kararı verilmiş, kararı temyize davacı vekili getirmiştir.
Hukuk Genel Kurulunda uyuşmazlığın esasının görüşülmesinden önce, yerel mahkemece direnmeye konu 18.09.2014 tarihli kısa kararda tedbir nafakasına dair olumlu olumsuz bir hüküm kurulmamış iken gerekçeli kararda 3. bent olarak “dava tarihinden itibaren karar kesinleşinceye kadar aylık 00 TL tedbir nafakasının davalıdan alınarak davacıya verilmesine” şeklinde tedbir nafakasına hükmedilmesinin kısa karar ile gerekçeli karar arasında çelişki oluşturup oluşturmayacağı hususu ön sorun olarak ele alınmıştır.
Mahkeme kararlarında nelerin yazılacağı 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu‘nun 297. maddesinde belirtilmiştir. Buna göre karar, tarafların iddia ve savunmalarının özetini, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delilleri, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesini, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebepleri kapsar. Hükmün sonuç kısmında gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir.

Bu biçim yargıda açıklık ve netlik prensibinin gereğidir. Aksi hal yeni tereddüt ve ihtilaflar yaratır. Hükmün hedefine ulaşmasını engeller, kamu düzeni ve barışı oluşturulamaz.
Diğer taraftan Kanunun aradığı anlamda oluşturulacak kısa ve gerekçeli kararların hüküm fıkralarının açık, anlaşılır, çelişkisiz ve uygulanabilir olmasının gerekliliği kadar; kararın gerekçesinin de, sonucu ile tam bir uyum içinde, o davaya konu maddi olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyacak; kısaca, maddi olgular ile hüküm arasındaki mantıksal bağlantıyı gösterecek nitelikte olması gerekir.
Zira tarafların o dava yönünden, hukuk düzenince hangi sebeple haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri ve Yargıtay’ın hukuka uygunluk denetimini yapabilmesi için ortada usulüne uygun şekilde oluşturulmuş; hükmün hangi sebeple o içerik ve kapsamda verildiğini ayrıntılarıyla gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması zorunludur.
Bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılması gerektiğini öngören Anayasa’nın 141/3. maddesi ve ona koşut bir düzenleme içeren Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 297. maddesi, işte bu amacı gerçekleştirmeye yöneliktir.
Öte yandan, mahkeme kararlarının taraflar, bazen de ilgili olabilecekleri başka hukuki ihtilaflar yönünden etkili ve bağlayıcı kabul edilebilmeleri, bu kararların yukarıda açıklanan nitelikte bir gerekçeyi içermesiyle ve kısa karar ile gerekçeli karar arasında tereddüte yol açacak çelişkiler taşımaması ile mümkündür.
Önemle vurgulanmalıdır ki, direnme kararlarının hukuksal niteliklerinin doğal sonucu ve gereği olarak, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun yapacağı inceleme ve değerlendirme sırasında gözeteceği temel unsurlardan birini, bozmaya karşı tarafların beyanlarının tespiti ile uyulup uyulmama konusunda verilen ara kararları ile sonuçta hüküm fıkrasını içeren kısa ve gerekçeli kararların birbiriyle tam uyumu ve buna bağlı olarak da kararın ortaya konulan sonucuna uygun gerekçesi oluşturmaktadır. Bunlardan birisinde ortaya çıkacak farklılık ya da aksama çelişki doğuracaktır ki bunun açıkça usul ve yasaya aykırılık teşkil edeceği kuşkusuzdur.
Başka bir ifadeyle mahkemece düzenlenecek kısa ve gerekçeli kararlara dair hüküm fıkralarında, Özel Daire bozma kararına hangi açılardan uyulup hangi açılardan uyulmadığının hüküm fıkrasını oluşturacak kalemler yönünden tek tek ve anlaşılır biçimde kaleme alınması, varsa hükmedilen miktarların doğru ve çelişki oluşturmayacak biçimde ortaya konulması; kararın gerekçe bölümünde de bunların nedenlerinin ne olduğu ve bozmanın niçin yerinde bulunmadığı ve dolayısıyla mahkemenin bozulan önceki kararının hangi yönleriyle hukuka uygun olduğunun açıklanması, kararın yargısal denetimi açısından aranan ön koşullardır.
Nihayet direnme kararları, yapıları gereği, Kanun’un hukuka uygunluk denetimi yapmakla görevli kıldığı bir Yargıtay dairesinin bu denetimi sonucunda hukuka aykırı bularak, gerekçesini açıklamak suretiyle bozduğu bir yerel mahkeme kararının aslında hukuka uygun bulunduğuna, dolayısıyla bozmanın yerinde olmadığına dair iddiaları içerdiklerinden, o iddiayı yasal ve mantıksal gerekçeleriyle birlikte ortaya koymak zorunda olduğu gibi direnilen ve uyulan kısımları da kalem kalem net ve birbirine uygun bir biçimde içermelidir.

Nitekim, aynı ilkeler Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 19.03.2015 gün ve 2008/15-278 E., 2008/254 K.; 25.02.2015 gün ve 2013/13-1600 E., 2015/881 K.; 04.03.2015 gün ve 2014/4-1037 E., 2015/887 K. sayılı kararlarında da uygulanmıştır.
Bu açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında; mahkemece direnme hükmüne dair 18.09.2014 tarihli kısa kararda tedbir nafakasına dair olumlu ya da olumsuz bir hüküm kurulmamış iken; gerekçeli kararda 3. bent olarak davalı için 200 TL tedbir nafakasına hükmedildiği yazılmıştır.
Şu durumda mahkemece yapılacak iş yukarıda belirtilen ilke ve açıklamalar ışığında dosya kapsamı dikkate alınarak taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların sıra numarası altında belirtildiği açık, infazda şüphe ve tereddüt uyandırmayacak biçimde, usulün aradığı niteliklere haiz kısa karar ve buna uygun gerekçeli karar oluşturulmasıdır.
Her ne kadar, Hukuk Genel Kurulundaki görüşme sırasında tedbir nafakasının 169. madde uyarınca geçici önlem niteliğinde bir nafaka olduğu ve gerekçeli kararda tedbir nafakası ile ilgili hükme hiç yer verilmemiş olsaydı dahi ara karar ile verilen tedbir nafakasına dair hükmün infazının mümkün olduğu, bu sebeple ön sorun bulunmadığı belirtilmişse de bu görüş yukarıda belirtilen sebeplerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
Bu itibarla, yerel mahkemece usulüne uygun direnme hükmü kurulması için, işin esasına yönelik temyiz itirazları incelenmeksizin kararın usulden bozulması gerekmiştir.
SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle direnme kararının yukarıda açıklanan gerekçelerle usulden BOZULMASINA, bozma nedenine göre bu aşamada davacı vekilinin sair temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, istenmesi halinde temyiz peşin harcının yatırana iadesine, karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 15.03.2017 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi.
Bu konu hakkında benzer makalelerimiz için tıklayın