BONODA KEŞİDECİNİN İMZASI OLMAMASINA RAĞMEN AVAL VEREN KİŞİ BORÇTAN SORUMLUDUR
Yargıtay
12. Hukuk Dairesi
Esas : 2019/12684
Karar : 2019/17224
Karar Tarihi : 28.11.2019
DAVA : Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hâkimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü:
KARAR : Alacaklı tarafından bonoya dayalı olarak kambiyo senetlerine mahsus haciz yoluyla başlatılan takibe karşı borçlunun, icra mahkemesine başvurusunda, takibe dayanak bonoda, keşideci şirkete ait imzanın olmadığını ve ödeme gününün sonradan doldurulduğunu, dolayısıyla bononun kambiyo senedi vasfı bulunmadığını ileri sürerek takibin iptalini talep ettiği, mahkemece, davanın reddine karar verildiği, kararın borçlu tarafından temyiz edilmesi üzerine Dairemizin 24.09.2018 tarih ve 2017/8410 E. – 2018/8537 K. sayılı ilamı ile;
“ Düzenleyenin imzasının bulunmaması halinde, düzenleyen için aval vermiş olan da senet bedelinden dolayı sorumlu tutulamaz. Bu durumda, senette düzenleyenin imzasının bulunmadığı açık olduğundan, düzenleyen için aval veren şikayetçi borçlu, bono bedelinden dolayı sorumlu tutulamaz…borçlu hakkındaki takibin iptaline karar verilmesi… ”
gerektiği gerekçesi ile bozulduğu, mahkemece bozmaya uyularak davanın kabulüyle takibinin davacı yönünden İİK.nun 170/a maddesi uyarınca iptaline, karar verildiği görülmektedir.
TTK’nun 778. maddesinin göndermesiyle bonolar hakkında da uygulanması gereken TTK’nun 678. maddesinde; “Temsile selahiyeti olmadığı halde bir şahsın temsilcisi sıfatıyla bir poliçeye imzasını koyan kişi, o poliçeden dolayı bizzat sorumludur…” hükmü yer almaktadır. Borçlunun atmış olduğu imzadan sorumluluğu için senet üzerinde imzasının bulunması yeterli olup, ayrıca isminin yazılı olması da gerekli değildir.
Somut olayda, takip dayanağı 18.06.2014 düzenlenme, 10.09.2014 vade tarihli, 176.000 TL bedelli bonoda keşideci olarak … Asansör San. ve Tic. A.Ş. ünvanının yazılı olduğu, muteriz borçlu …’nun ise aval olarak adının yazılı olduğu, bonoda birbirinin aynı olan iki adet imzanın bulunduğu, imzaların kendisine ait olduğu hususunun muteriz borçlunun da kabulünde olduğu görülmektedir. Bu durumda, bononun keşideci … Asansör San. ve Tic. A.Ş. adına muteriz borçlu … tarafından imzalandığı ve aynı kişinin senet üzerinde aval veren sıfatıyla da imzasının bulunduğu anlaşılmaktadır.
Dosya arasında bulunan … Ticaret Sicil Müdürlüğü’nün 27.04.2015 tarihli müzekkere cevabında keşideci şirketin son tescilini 03.05.2013 tarihinde yaptırdığının bildirildiği, yazı ekinde yer alan 05.02.2013 tarihli Ticaret Sicil Gazetesinden de keşideci şirketi münferiden G. G. ve F. Göksu’nun temsile yetkili oldukları, bononun düzenlenme tarihi itibariyle muteriz borçlu …’nun keşideci şirket yetkilisi olmadığı anlaşılmakta olup, tarafların da aksi yönde bir iddiası yoktur.
Bu durumda, muteriz borçlu …’nun şirket temsilcisi olmadığı halde şirket adına imza attığından dolayı aval veren sıfatıyla sorumluluğu bulunmamakla birlikte, temsil yetkisi olmadığı halde keşideci şirket adına senet imzalayan ve imza inkarında da bulunmayan muteriz borçlu …’nun attığı imzadan dolayı şahsen sorumlu olacağı tabiidir. Yetkisiz temsilci sıfatıyla hareket eden borçlu, bonodan dolayı keşideci sıfatıyla sorumlu olacağından, hakkında kambiyo senetlerine mahsus haciz yoluyla takip yapılmasında yasaya aykırılık bulunmamaktadır.
O halde, mahkemece borçlunun itirazının reddi gerekirken, yazılı gerekçe ile hüküm tesisi isabetsizdir.
Diğer taraftan, bir davada mahkemenin veya tarafların yapmış oldukları bir usul işlemi nedeniyle taraflardan biri lehine, dolayısıyla diğeri aleyhine doğan ve gözetilmesi zorunlu olan hakka, usuli kazanılmış hak denilmektedir.
Yargıtay içtihatları ile kabul edilen “usuli kazanılmış hak” olgusunun, birçok hukuk kuralında olduğu gibi yine Yargıtay içtihatları ile geliştirilmiş istisnaları bulunmaktadır. Mahkemenin bozmaya uymasından sonra yeni bir İçtihadı Birleştirme Kararı (09.05.1960 gün ve 21/9 Sayılı YİBK ) ya da geçmişe etkili bir yeni kanun çıkması karşısında, Yargıtay bozma ilamına uyulmuş olmakla oluşan usuli kazanılmış hak hukukça değer taşımayacaktır. Benzer şekilde, uygulanması gereken bir kanun hükmünün, hüküm kesinleşmeden önce Anayasa Mahkemesince iptaline karar verilirse, usuli kazanılmış hakka göre değil, Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararından sonra oluşan yeni duruma göre karar verilebilecektir (HGK’nun 21.01.2004 gün ve 2004/10-44 E., 19 K.; 03.02.2010 gün ve 2010/4-40 E., 2010/54 K. sayılı kararları ).
Bu sayılanların dışında, ayrıca görev, hak düşürücü süre, kesin hüküm itirazı, harç ve maddi hataya dayanan bozma kararlarına uyulmasında olduğu gibi kamu düzeni ile ilgili konularda usuli kazanılmış haktan söz edilemez (Kuru, B.: Hukuk Muhakemeleri Usulü – C. V, 6, b … 2001, s. 4738 vd ).
Öte yandan, maddi hata (hukuki yanılma ), maddi veya hukuki bir olayın olup olmadığında veya koşul veya niteliklerinde yanılmayı ifade eder ( Ejder Y., Hukuk Sözlüğü, Doruk Yayınları, 1. Baskı, 1976, s. 208 ).
Burada belirtilen maddi hata kavramından amaç; hukuksal değerlendirme ve denetim dışında, tamamen maddi olgulara yönelik, ilk bakışta hata olduğu açık ve belirgin olup, her nasılsa inceleme sırasında gözden kaçmış ve bu tür bir yanlışlığın sürdürülmesinin kamu düzeni ve vicdanı yönünden savunulmasının mümkün bulunmadığı, yargılamanın sonucunu büyük ölçüde etkileyen ve çoğu kez tersine çeviren ve düzeltilmesinin zorunlu olduğu açık hatalardır.
“Maddi hataya dayanan bozma kararına uyulması da usulü müktesep hak teşkil etmez” ( Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 15.03.1972 gün ve E:1968/1-277, K:176; 01.03.1995 gün ve E:1995/7-641, K:117; 23.01.2002 gün ve E:2001/1-1010, K:2002/1; 12.07.2006 gün ve E:2006/4-519, K:527; 04.11.2009 gün ve E:2009/13-370, K:2009/480 Sayılı kararları, Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6. Baskı, … 2001, Cilt 5, sayfa 4771 vd. ).
Usuli kazanılmış hakkın hukuki sonuç doğurabilmesi için, bir davada ya taraflar ya mahkeme ya da Yargıtay tarafından açık biçimde yapılmış olan ve istisnalar arasında sayılmayan bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan bir hakkın varlığından söz edilebilmesi gerekir (Hukuk Genel Kurulu’nun 24/05/2017 tarih ve 2017/2-1607 Esas, 2017/968 Karar sayılı kararı ).
Tüm bu hususlar bir arada değerlendirildiğinde; Dairemizin 24.09.2018 tarih ve 2017/8410 E. – 2018/8537 K. sayılı ilâmı maddi hataya dayalı olup, mahkemece bozmaya uyulması, borçlu lehine usuli kazanılmış hak oluşturmaz.
SONUÇ : Alacaklının temyiz itirazlarının kabulüyle mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK’nun 366. ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA ), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 28.11.2019 gününde oybirliğiyle karar verildi.
Bu konu hakkındaki benzer makalelerimiz için tıklayın