Bilindiği üzere markanın en büyük fonksiyonu bir işletmenin mal ve hizmetlerinin diğer işletmenin mal ve hizmetlerinden ayırt edilmesini sağlamasıdır. Marka sayesinde o malın ya da hizmetin kime ait olduğu rahatlıkla anlaşılabilir ve marka sahipleri de bu hakkın sağladığı koruma kapsamında satışlarını gerçekleştirir. Şüphesiz marka sahipleri bu ayırt ediciliği ve bilinirliği arttırmak için birçok reklam ve tanıtım faaliyeti yaparak markalarını belirli bir konuma taşırlar.
Uygulamada ise markanın bilinirliğinden faydalanmak isteyen kötü niyetli üçüncü kişilerce markanın taklit edilmesi vb. şekilde marka hakkına tecavüz edilerek haksız yarar sağlanmaya çalışılmaktadır. Marka hakkına tecavüz davaları işte bu noktada, marka sahibini koruma altına almakta ve 3. Kişilerin tecavüz eylemlerini önlemeye ve ortaya çıkan zararı gidermek için elzemdir.
Marka Hakkının Koruma Altına Alındığı Mevzuat:
Marka, daha önce 556 sayılı Markaların Korunması Hakkındaki KHK ile korunmaktayken 10/01/2017 tarihinden itibaren Sınai Mülkiyet Kanunu yürürlüğe girmiş ve marka hakkı sınai mülkiyet başlığı altında bu kanun kapsamında Türkiye’de korunmaya başlamıştır.
Ayrıca Anayasa’nın 90. Maddesine göre usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalar kanun hükmünde olup markalar aynı zamanda Türkiye’nin de taraf olduğu uluslararası anlaşmalar ve ek protokollerle de korunmaktadır.
Ticaretle Bağlantılı Fikri Mülkiyet Anlaşması (TRIPs) , Markaların Milletlerarası Tesciline İlişkin Madrid Anlaşması, Markaların Uluslararası Tescili Konusunda Madrid Sözleşmesi ve Madrid Protokolü, Markaların Tescili Amacıyla Mal ve Hizmetlerin Uluslararası Sınıflandırılmasına İlişkin Nice Anlaşması bu anlaşmalardan bazılarıdır.
Türkiye’de marka sahipleri markalarını Türkiye’de Eski Adıyla Türk Patent Enstitüsü yeni adıyla Türk Marka ve Patent başvurup tescil ederek yukardaki bahse konu mevzuat kapsamında birtakım haklar elde ederler.
Hangi Haller Marka Hakkına Tecavüz Teşkil Eder?
Marka Hakkına tecavüz özetle; birine ait olan markanın aynısının ya da ayırt edilemeyecek derecede benzerinin 3. Kişilerce izinsiz olarak kullanılması durumudur. Uygulamada en çok rastlanan taklit marka ürünler bunun en büyük örneğidir. Bu kapsamda belirli şartlar dahilinde tescilli markanın 3. Kişilerce ticaret unvanı olarak kullanılması da marka tecavüzünün uygulamada sık rastlanan başka bir örneğidir.
Nelerin Marka Tecavüzü teşkil ettiği Sınai Mülkiyet Kanunu’nun 29. Maddesinde sayılmıştır Tecavüz Teşkil eden Haller:
a)Marka sahibinin izni olmaksızın, markayı 7’nci maddede belirtilen biçimlerde kullanmak. 7. Maddedeki durumlar:
-Tescilli marka ile aynı olan herhangi bir işaretin, tescil kapsamına giren mal veya hizmetlerde kullanılması.
-Tescilli marka ile aynı veya benzer olan ve tescilli markanın kapsadığı mal veya hizmetlerle aynı veya benzer mal veya hizmetleri kapsayan ve bu nedenle halk tarafından tescilli marka ile ilişkilendirilme ihtimali de dâhil karıştırılma ihtimali bulunan herhangi bir işaretin kullanılması.
-Aynı, benzer veya farklı mal veya hizmetlerde olmasına bakılmaksızın, tescilli marka ile aynı veya benzer olan ve Türkiye’de ulaştığı tanınmışlık düzeyi nedeniyle markanın itibarından haksız bir yarar elde edecek veya itibarına zarar verecek veya ayırt edici karakterini zedeleyecek nitelikteki herhangi bir işaretin haklı bir sebep olmaksızın kullanılması
b) Marka sahibinin izni olmaksızın, markayı veya ayırt edilemeyecek kadar benzerini kullanmak suretiyle markayı taklit etmek.
c) Markayı veya ayırt edilemeyecek kadar benzerini kullanmak suretiyle markanın taklit edildiğini bildiği veya bilmesi gerektiği hâlde tecavüz yoluyla kullanılan markayı taşıyan ürünleri satmak, dağıtmak, başka bir şekilde ticaret alanına çıkarmak, ithal işlemine tabi tutmak, ihraç etmek, ticari amaçla elde bulundurmak veya bu ürüne dair sözleşme yapmak için öneride bulunmak.
ç) Marka sahibi tarafından lisans yoluyla verilmiş hakları izinsiz genişletmek veya bu hakları üçüncü kişilere devretmek.
Marka Hakkına Tecavüz Durumunda Açılabilecek Davalar:
Yukarıda sayılan bu hallerden birinin varlığı durumunda marka hakkına tecavüz olgusu gerçekleşmiş sayılmaktadır. Bu kapsamda marka sahipleri, tecavüz fiilini gerçekleştiren kişilere karşı birtakım imkanlar elde etmekte Gerek Hukuk davası gerekse ceza davası gibi davalar açabildiği gibi, dava devam ederken taklit marka ürünlerin toplatılması gibi taleplerde bulunma hakkına sahiptirler.
Markaların Haksız Rekabet Hükümleri Çerçevesinde Korunması
Rekabet anayasal bir haktır. Ancak; kişiler, rakipler, müşteriler ve satıcı arasındaki aldatıcı veya dürüstlük kuralına aykırı davranışların korunması ve bir hak olarak ileri sürülmesi mümkün değildir. En önemli rekabet etme aracı olan markalar, günümüzde ne yazık ki sıklıkla, aldatıcı şekilde kullanılarak haksız yarar elde etme aracı olmaktadır. Bu ayki makalemizde markaların haksız rekabet hükümleri çerçevesinde korunmasına ve haksız rekabet davalarına değinilecektir.
Tescilli ve Tescilli Olmayan Markaların Korunması
Ekim ayında paylaştığımız makalemizde[1] ayrıntılı bir şekilde açıkladığımız üzere Türk hukukunda markalar 556 sayılı Markaların Korunması Hakkındaki Kanun Hükmünde Kararname (“MarKHK”) kapsamında korunmaktadır. Fakat markaların korunması bu hükümler ile sınırlı değildir. Yargıtay içtihatları[2] sayesinde hak sahibi hem MarKHK’ya aykırılığa, hem de haksız rekabete dayanarak dava açabilmektedir. Ancak markasına haksız rekabet hükümleri çerçevesinde tecavüz edildiğini iddia eden hak sahibinin talebinin kabul edilebilmesi için fiilin haksız rekabet hükümlerine göre aykırılık teşkil edip etmediğinin ayrıca değerlendirilmesi gerekir.
MarKHK’nın korumasından yararlanılabilmesi için ürünün tescil edilmiş olması gerekmektedir. Bu koruma ülkeseldir. Fakat takdir edilmelidir ki markalar ülke sınırları ile kısıtlanamayacak kadar evrensel ürünlerdir. Bu nedenle haksız rekabet düzenlemesi milli sınırları aşmıştır[3]. Bu bağlamda Türkiye’nin de taraf olduğu Sınai Mülkiyetin Korunması Hakkındaki Paris Anlaşması’nın (“Paris Anlaşması”) mükerrer ve ikinci mükerrer 10. maddesi haksız rekabetin önlenmesini düzenlemiş olup uluslararası koruma öngörmüştür. Dolayısıyla tescilli markaların yanı sıra, Türkiye’de tescil edilmediği için MarKHK’nın koruma kalkanı altında olmayan yabancı markalar da haksız rekabet hükümleri ile korunmaktadır.
Haksız Rekabet Davaları
Haksız rekabet, aldatıcı hareket ve iyiniyet kurallarına aykırı bir şekilde rekabetin her türlü kötüye kullanılmasıdır. Haksız rekabet davalarında korunan fikri ürün değil, rekabet ortamıdır. Haksız rekabet tacirler arasında söz konusu ise Türk Ticaret Kanunu (“TTK”) m. 54 vd. hükümleri uygulama alanı bulmaktadır. Bu düzenlemeler doğrultusunda haksız rekabet halleri TTK m. 55’de örnekleme yoluyla sayılmıştır[4].
Bir marka, haksız rekabet oluşturabilecek şekilde kullanıldığında, zarar gören hak sahibi haksız rekabet davalarına başvurabilir. Bu kapsamda tespit davası, men davası, düzeltme davası açılabilir[5]. Türk Borçlar Kanunu uyarınca gerekli şartları gerçekleşir ise maddi- manevi tazminat talebinde de bulunulabilir.
Madrid Protokolü uyarınca oluşturulan uluslararası marka tescil sistemi kapsamında markasını Türkiye’de koruma altına almamış ya da markasını Türkiye’de tescil ettirmemiş yabancı bir marka sahibi, markasının kendisinden habersiz bir şekilde Türkiye’de kullanıldığını öğrendiği takdirde haksız rekabet hükümlerine dayanarak markasının Türkiye’de kullanılmasını, men davası ya da düzeltme davası açarak önleyebilir. Bu davalar kapsamında hak sahibi, MarKHK’da da yer alan ihtiyati tedbir taleplerinde bulunabilir. Bunun yapılabilmesi için markayı haksız kullanan kişinin kusurlu olması gerekli değildir. Ancak, hak sahibinin tazminat davası açabilmesi için kusur aranmaktadır. Dikkat çekmek isteriz ki, tescilli bir markaya tecavüz oluşturan fiil hem MarKHK’ya, hem de haksız rekabet hükümlerine göre dava konusu edildiğinde, tek bir tazminata talep edilebilecektir. Zira tazminatın zenginleşme amacına hizmet etmemesi gerekmektedir[6].
Ayrıca haksız rekabet davalarında, diğer hukuk davalarından farklı olarak, bir kimse aleyhine verilmiş olan hüküm, haksız rekabet konusu malları doğrudan veya dolaylı olarak temin etmiş kişiler hakkında da icra olunur. Şahsi ihtiyaç nedeniyle elde bulundurulan mallar bu düzenlemenin dışındadır.
Özellikle belirtmek isteriz ki, haksız rekabet hükümleri, marka olarak tescil ettirilmemiş iş ürünleri, işletme adları veya yenilenmeme ya da sair nedenlerle MarKHK’nın koruma alanından çıkmış olan ürünler için de uygulama alanı bulmaktadır.
Zamanaşımı
Haksız rekabet davaları davacının, bu haksızlığın doğumunu öğrendiği tarihten itibaren bir yıl, her halükarda hakkın doğumundan itibaren 3 yıl geçmekle zamanaşımına uğrar. Ancak haksız fiil devam ettiği sürece zamanaşımı işlemeye başlamaz. Böylelikle MarKHK çerçevesindeki bir hakkı zamanaşımına uğrayan hak sahibi, haksız rekabet hükümleri çerçevesinde haksızlığın ortadan kaldırılmasını talep edebilmektedir. Fakat dava hakkı sahibi haksız fiile göz yumarak uzun süre dava açma hakkını kullanmaz ise, sessiz kalma nedeniyle hak kaybı ilkesi uyarınca, haksız fiil sürmesine rağmen dava hakkının zamanaşımına uğraması söz konusu olabilir[7].
Cezai Sorumluluk
Tüm bu düzenlemelerin yanısıra, kanun koyucu, haksız rekabet davası açma hakkı bulunan kişilerin şikâyeti üzerine, TTK m. 62’de sayılan fiilleri gerçekleştiren kişilere iki yıla kadar hapis veya adli para cezası öngörmüştür.
T.C.Yargıtay
11. Hukuk Dairesi
Esas : 2017/1696Karar : 2018/7169Karar Tarihi : 19.11.2018
“İçtihat Metni”MAHKEMESİ : … BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ . HUKUK DAİRESİTÜRK MİLLETİ ADINA
Taraflar arasında görülen … 2. Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi’nin 23/11/2016 tarih ve 2015/348 E. 2016-414 K. sayılı dosyasında verilen kararın davacı vekilince istinaf edilmesi üzerine, istinaf isteminin esastan reddine dair davada … Bölge Adliye Mahkemesi . Hukuk Dairesi’nce verilen 15/02/2017 tarih ve 2017/113-2017/116 sayılı kararın Yargıtayca incelenmesi davacı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:
Davacı vekili; müvekkili şirketin gıda sektöründe Türkiye’nin önde gelen işletmecilerinden biri olduğunu, 208525 sayılı “… ” ibareli tescilli markasının sahibi olduğunu, davacının ”… ” ibaresini ve çikolatalı şeklinin yer aldığı şekil unsurunu içerir ince uzun dikdörtgen biçiminde koyu metalik kırmızı renkli ürün ambalajını tescil ettirerek rüçhan hakkına sahip olduğunu, çikolatalı gofret ürününü ülkede ilk kez davacının ürettiğini ve yüksek reklam maliyetine katlanarak tanınmış marka haline getirdiğini, kırmızı rengin davacı markası için ayırt edici nitelik olduğunu, davalının da “… ” ve “… ” markalarını davacı markası ile ortalama tüketici nezdinde benzerlik yaratacak şekilde kullandığını, hem marka ibarelerinin tescil olarak hem de davalı markası ambalajının görsel ve bütünsel olarak davacı markasına benzediğini, davalının davacıya ait şöhretten haksız bir şekilde menfaat sağlamak amacıyla müvekkili markaları ile neredeyse aynı denebilecek kadar benzer bulunan bir ürün ambalajı ile “… ” ürününü piyasaya sürerek müvekkilinin marka tescilinden doğan hakkını ihlal ettiğini, davalının “… / …” ibareleriyle piyasaya sürdüğü ürünlerin müvekkilinin marka hakkına tecavüz ve haksız rekabet oluşturduğunu, aldatıcı ve dürüstlük kurallarıyla bağdaşmayan bu tür eylemlerin ve aynı zamanda 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 54 ve 55. maddelerine göre haksız rekabet teşkil ettiğini, müvekkil markasıyla iltibas oluşturduğunu ileri sürerek davalı eylemlerinin müvekkilinin marka hakkına tecavüz teşkil ettiğinin ve haksız rekabet oluşturduğunun tespitini, söz konusu tecavüzün tedbiren durdurulmasını, devam etmekte olan tecavüze kalıcı olarak son verilmesini, tekrarının önlenmesini ve tecavüz teşkil eden ürünlerin üretim sürecinden, dağıtım kanallarından, bakkal, market raflarından çekilmek suretiyle ticaret mevkiinden çıkarılarak tecavüzün giderilmesini talep ve dava etmiştir.Davalı vekili; müvekkili …nin dünyaca tanınmış …
Grup Şirketlerine ait olduğunu, yiyecek ve içecek sektöründe dünyada ve Türkiye’de lider olan …’nin davacının ürünlerinin şöhretinden menfaat elde etme amacında olduğu iddiasının gerçek dışı olduğunu, müvekkili şirketin kullanımlarının marka tecavüzü ve haksız rekabet teşkil etmediğini, markaya yahut kullanıma ayniyet yaratan veya benzer bir kullanım ve bu kullanıma bağlı tüketicide yanılma olmadığını, müvekkiline ait ürünlerin davacının markaları ve ürün ambalajları ile aynı veya benzer olmadığını, davacı tarafın benzerlik olarak nitelendirdiği unsurların tamamının ya ürünün doğasından kaynaklanan yahut sektörde yaygın kullanımı olan unsurlar olduğunu belirterek davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, tüm dosya kapsamına göre; ”… ” ibaresinin davacı markası için ürün adı olduğu ve ayırt edici nitelikte olmaması nedeniyle koruma sağlamayacağı, kırmızı rengin çikolata ürünlerinde kullanılması nedeniyle bir taraf lehine tekel niteliğinde hak tesis edilemeyeceği, davacı markasının parlak renk tonu ve sarı zeminin bulunduğu, davalı markalarında mat renk tonu ve süt veya çikolata zemini bulunduğu, markaların kelime ve şekil unsurlarının bütünsel yerleşimi ve genel kompozisyonu arasında benzerlik bulunmadığı, bu nedenle davalının “… ” ve “… ” kullanımlarının davacının 208525 sayılı “… ” tescilli markası ile benzerlik oluşturmadığı ve 556 sayılı KHK’nın 9/1 (b) ve 61 (a) maddeleri uyarınca davacının markasından doğan haklarına tecavüz teşkil etmediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.Karara karşı, davacı vekili tarafından istinaf kanun yoluna başvurmuşlardır…. Bölge Adliye Mahkemesi . Hukuk Dairesi’nce dosya üzerinden yapılan incelemede, tüm dosya kapsamına göre; ilk derece mahkemesinin vakıa ve hukuki değerlendirmesinde yasaya ve usule aykırılık olmadığı gerekçesiyle davacı vekili istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir….
Bölge Adliye Mahkemesi kararı, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.Yapılan yargılama ve saptanan somut uyuşmazlık bakımından uygulanması gereken hukuk kuralları gözetildiğinde İlk Derece Mahkemesince verilen kararda bir isabetsizlik olmadığının anlaşılmasına göre davacı vekilince yapılan istinaf başvurusunun HMK’nın 353/b-1 maddesi uyarınca Bölge Adliye Mahkemesince esastan reddine ilişkin kararın usul ve yasaya uygun olduğu kanısına varıldığından Bölge Adliye Mahkemesi kararının onanmasına karar vermek gerekmiştir.
SONUÇ : Yukarda açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin temyiz isteminin reddi ile Bölge Adliye Mahkemesince verilen kararın HMK’nın 370/1. maddesi uyarınca ONANMASINA, HMK’nın 372. maddesi uyarınca işlem yapılmak üzere dava dosyasının Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine aşağıda yazılı bakiye 4,50 TL temyiz ilam harcının temyiz edenden alınmasına, 19/11/2018 tarihinde kesin olarak oybirliğiyle karar verildi.
Bu konu hakkında benzer makalelerimiz içn tıklayın