Vakıf Üniversitesi İle Öğrencisinin Eğitim Sözleşmesi Kaynaklı Uyuşmazlığı
Yargıtay
Hukuk Genel Kurulu
Esas : 2017/518
Karar : 2017/520
Karar Tarihi : 22.03.2017
“İçtihat Metni”MAHKEMESİ : Tüketici Mahkemesi
Taraflar arasındaki “tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İstanbul 5. Tüketici Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 10.05.2012 gün ve 2011/102 E., 2012/267 K. sayılı kararın temyiz incelemesinin davalı vekilince istenilmesi üzerine, Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 17.04.2012 gün ve 2012/25541 E., 2013/10064 K. sayılı kararı ile;“…Davacı, davalı Üniversitenin Sosyal Bilimler Enstitüsü Eğitim Yönetimi ve Denetimi alanında yüksek lisans eğitimini tamamlamasına rağmen adına yüksek lisans belgesi düzenlenerek kendisine verilmesine yönelik talebinin davalı tarafından haksız olarak reddedildiğini ileri sürerek öğretim ücreti olarak alınan 4.800.00.TL ile 5.000.00.TL manevi tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Davalı, davanın reddine karar verilmesini dilemiştir. Mahkemece, davanın kabulü ile 4.800.00.TL maddi, 5.000.00.TL manevi tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmiş; hüküm, davalı tarafından temyiz edilmiştir.
1- Davaya konu olayda, 2809 sayılı Yüksek Öğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu hükümleri uyarınca kamu tüzel kişisi olan ve kamu hizmeti sunan davalı vakıf Üniversitesinin, Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı tarafından Eğitim Fakültesi olmayan Üniversitelerde Eğitim Yönetimi ve Denetimi dalında yüksek lisans programı düzenlenemeyeceği yönünde karar alınmasına karşın davalı Üniversite tarafından aksi yönde hareket edilerek programa devam edildiği ve davacıdan öğrenim ücretinin tahsil edildiği böylece davalı vakıf Üniversitesi tarafından hizmet kusuru nedeniyle davacıyı zarara uğratması söz konusudur. Buna göre, idari yargının görevli olması nedeniyle yargı yolu yönünden görevsizlik kararı verilmesi gerekirken mahkemece işin esasına girilerek yazılı şekilde karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
2-Bozma nedenine göre diğer temyiz itirazları incelenmemiştir. …”gerekçesiyle oyçokluğu ile hüküm bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava sözleşmeye aykırılık iddiasına dayalı maddi-manevi tazminat istemine ilişkindir .
Davacı vekili, davalı üniversitenin müvekkili ile aralarındaki sözleşmeyi ifa etmeyerek müvekkilinin maddi ve manevi zarara uğradığını ileri sürerek sözleşme bedeli olan 4.800,00-TL’nin maddi tazminat, 5.000,00-TL’nin ise manevi tazminat olarak davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Davalı Üniversite vekili sözleşmenin imzalanmasından sonra Yüksek Öğrenim Kurulunun 04.11.2007 tarihli kararı ile eğitim fakültesi olmayan üniversitelerde yüksek lisans programının bulunamayacağı yönündeki kararı sonrası özel öğrenci statüsünde yüksek lisans eğitimine başlayan davacı ile aralarındaki protokolün hukuksal imkansızlık nedeniyle ifa edilemediğini, davacının tazminat istemlerinin bu sebeple haksız olduğunu beyan ederek davanın reddine karar verilmesi gerektiğini savunmuştur.
Mahkemece ayıplı hizmet aldığı anlaşılan davacının Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunun 4/A maddesi çerçevesinde seçimlik haklarını kullanma şartlarının oluştuğu değerlendirilerek davanın kabulüne karar verilmiştir. Davalı … vekilinin temyiz itirazları üzerine Özel Dairece hüküm yukarıda yazılı gerekçelerle bozulmuştur.
Yerel Mahkemece anılan Kanunun 3. maddesinde tanımlanan sağlayıcı kavramı içerisinde ticari veya mesleki faaliyetleri kapsamında tüketiciye hizmet sunan kamu tüzelkişilerinin de yer aldığı, bu halde tüketici mahkemelerinin görevli olduğu belirtilerek önceki kararda direnilmiştir. Direnme kararı davalı Üniversite vekili tarafından temyiz edilmiştir. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, vakıf üniversitesinin yüksek lisans eğitim ve diplomasını verme yükümlülüğünü içeren protokolü ifa etmemesi nedenine dayalı olarak ileri sürülen zarar isteminin adlî yargıda mı, yoksa idarî yargıda mı çözümlenmesi gerektiği noktasında toplanmaktadır.
Öncelikle, konuya ilişkin yasal durum ve yargısal uygulamalar ile somut olayın özelliklerinin açıklanmasında yarar vardır:2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının “Yargı Yolu” başlıklı 125. maddesinin 1. fıkrası “İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır” hükmünü, son fıkrası ise “İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür” düzenlemesini içermektedir. İdare hukukunda idarenin iki tür sorumluluğu kabul edilmektedir. Biri idarenin özel hukuk ilkeleri doğrultusunda yaptığı sözleşmelerden kaynaklanan özel hukuk sorumluluğu; diğeri ise, idarenin idare hukuku ilkeleri doğrultusunda yapmış olduğu sözleşmeler ve idarenin her türlü işlem ve eyleminden kaynaklanan kamu hukuku ilkeleri doğrultusunda oluşmuş idare hukukuna özgü sorumluluk türüdür.2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun “İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinde idari dava türleri sayılmıştır.
Bu hükme göre, idari davalar; İdari işlemler hakkında açılan iptal davaları, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları ve kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalardan ibarettir.
Şu hale göre, idari eylem ve işlemlerden dolayı zarar gören kişiler tarafından açılacak “tam yargı” davaları idari yargı yerinde görülür ve çözümlenir. İdari eylem, kamu idare ve kurumlarının kamu görevine ilişkin, idare hukuku kural ve gereklerine göre yaptığı olumlu veya olumsuz davranış ve fiillerden ibarettir. İdari işlem ise, idari kanunlara dayanılarak yapılan muamelelerdir. İdarenin eylem ve işlemleri, onun kamu hukuku alanındaki kamu gücünü (kamu otoritesini) kullanarak, idare hukuku kural ve gerekleri uyarınca yaptığı faaliyetlerin, hukuki ve maddi hayattaki görünümleridir. Diğer taraftan, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 15/1-a maddesinde adli yargının görevli olduğu konularda açılan davaların reddine karar verileceği hükme bağlanmıştır.
Böylece, kanunların açıkça adli yargıyı görevli saydığı haller idari yargının kapsamı dışında bırakılmış; bu hallerde davanın, davaya konu işlemin niteliğine bakılmaksızın adli yargıda görüleceği benimsenmiştir. Nitekim, kamu tüzel kişilerinin, kamu hizmetlerine ilişkin olmakla beraber özel hukuk kuralları altında, özel hukuk tüzel kişisi gibi yaptığı eylem ve işlemler özel hukuk alanına girmekle, bunlar idari eylem ve işlem olarak nitelendirilemezler. İdarenin taraf olduğu her sözleşme idarî sözleşme olarak kabul edilemez, zira idarî sözleşme ile idarenin sözleşmeleri kavramları tümüyle birbirinden ayrıdır.
İdarenin idare hukuku kural ve ilkelerine tabi olan sözleşmelerine idari sözleşme denilmekte iken idarenin özel hukuk sözleşmeleri ise idarenin tüzelkişilik sıfatından kaynaklanan hak ehliyetine dayanarak genel hükümler uyarınca yaptığı sözleşmelerdir. İdare, idari sözleşmeye sözleşmenin diğer tarafı ile eşit olarak katılmamakta, tam tersine kamu yararının temsilcisi olarak kamu yararını gerçekleştirmek şeklindeki üstün amacı sağlama gayesi ile katılmaktadır. Kamu yararı ile özel yarar eşit olamayacağından idari sözleşmelerin iki özel çıkar temsilcisi arasında yapılan özel hukuk sözleşmelerinden farklı bir hukuki rejime tabi olması gerekir. (Günday, M., İdare Hukuku, Ankara 2015, Güncellenmiş 10. Baskı, s.184-185)
818 sayılı Borçlar Kanununun 1. Maddesine ve benzer şekilde 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 1. maddesine) göre iki tarafın karşılıklı ve birbirine uygun surette rızalarını beyan etmeleri ile sözleşme kurulur. Bu şekilde oluşmuş bulunan sözleşmeler özel norm niteliğindedir ve taraflar için bağlayıcı bir nitelik arz eder. İdarenin eşit iradesi ile katıldığı ve özel hukuk hükümlerinin uygulanacağı sözleşmeler yapabileceği kuşkusuzdur.
(Akyılmaz, B., İdare Hukuku, Konya Ocak 2004, s.302)Bu açıklamalar ışığında somut uyuşmazlık incelendiğinde; davacı ile davalı Üniversite arasında 30.10.2007 tarihli “Eğitim Sözleşmesi” imzalanmış olup, bu sözleşmede davacıya 2007-2008 yılı eğitim ve öğretim dönemi için hizmetin 4.800,00-TL’ye satıldığı, bu kapsamda delil sözleşmesi yapıldığı gibi yetkili mahkemenin dahi kararlaştırıldığı anlaşılmaktadır. Yukarıda izah edilen hükümler karşısında belirtilmelidir ki, taraflar arasında akdedilen bu sözleşme kamu tüzel kişisi niteliğini haiz davalının kamu gücünü kullanarak düzenlediği iş ve işlemlerden olmayıp, özel hukuk ilişkisinden kaynaklanmaktadır.
Özel hukuk ilişkisinin varlığı halinde taraflardan birisinin idare olması, sözleşme hukuku ilkelerinin uygulanmasına engel teşkil etmemektedir. Nitekim Hukuk Genel Kurulunun 17.03.2010 gün, 2010/13- 64 E., 2010/145 K. sayılı kararında da aynı hususa dikkat çekilmiştir. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, uyuşmazlığın, verdiği eğitim ile kamu hizmeti sağlayan vakıf üniversitesinin hizmet kusurundan kaynaklanması nedeniyle idarî yargı önünde çözümlenmesi gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de yukarıda açıklanan nedenlerle bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
Hal böyle olunca Özel Dairenin uyuşmazlıkta idarî yargı yerlerinin görevli olduğu yönündeki bozma kararına Yerel Mahkemece uyuşmazlığın adli yargı yerleri önünde çözümlenmesi gerektiği gerekçesi ile direnilmesinde hukuka aykırılık bulunmamaktadır. Ne var ki, bozma nedenine göre uyuşmazlığın tüketici mahkemelerinin görevi kapsamında kalıp kalmadığı ve işin esası incelenmediğinden, davalı üniversite vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosya Özel Daireye gönderilmelidir.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle direnme uygun olup, davalı vekilinin esasa ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 13. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE, 22.03.2017 gününde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğu ile karar verildi.
Bu konu ile ilgili diğer makalelerimiz içim tıklayınız.