Trafik Sicil Kayıtlarının Tapu Sicilinin Sağladığı Korumaya Eşdeğer Güce Sahip Olduğu Söylenemez
T.C.Yargıtay
Hukuk Genel Kurulu
Esas : 2017/505
Karar : 2019/1289
Karar Tarihi : 05.12.2019
“İçtihat Metni”MAHKEMESİ : Asliye Hukuk Mahkemesi
Taraflar arasındaki, birleştirilerek görülen “sözleşmenin iptali ve tescil” davalarından dolayı yapılan yargılama sonunda (Kapatılan) Kartal 1. Asliye Hukuk Mahkemesince asıl ve birleşen davaların reddine dair verilen 17.01.2013 tarihli, 2009/570 E., 2013/7 K. sayılı karar ve dava konusu araç üzerindeki ihtiyati tedbirin kaldırılmasına ilişkin ek karar, davacı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 14.05.2014 tarihli, 2014/536 E.,2014/15499 K. sayılı kararı ile;
“…Davacı, aracını satmak için oto pazarında bulunduğu esnada davalılardan Tahir ve Tercan’ın kendilerini galerici gibi tanıtarak hileli eylemleri ile aracını muvazaalı olarak diğer davalı Zekiye devrettiklerini, dolandırıldığını ileri sürerek trafik tescil kaydının iptali ile adına tescilini talep etmiş, Birleşen davada ise Zeki’nin aracı davalı …’a devrettiğini, davalı …’un da işlemlerden haberdar olduğunu ileri sürerek aracın adına tescilini istemiştir.Davalı … davanın reddini dilemiş; usulüne uygun davetiyenin tebliğine rağmen diğer davalılar davaya cevap vermemişlerdir.Mahkemece, asıl ve birleşen dava yönünden davanın reddine karar verilmiş; 12.7.2013 tarihli ek kararı ile de ihtiyati tedbirin kaldırılmasına karar verilmiş; hüküm ve ek karar davacı tarafından temyiz edilmiştir.
1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davacının sair temyiz itirazlarının reddi gerekir.
2-Davacı, asıl davada ve birleşen davada aracın adına tescili için eldeki davayı açmıştır. Mahkemece, Davalı …’un kötüniyetli olduğu ispat edilemediğinden ve aracın trafik kaydının iptal edilmesi ve davacı adına tescil edilmesi mümkün olmadığından davanın reddine karar verilmiştir.
Trafiğe tescil işlemi idari işlem olduğundan ve idareyi zorlayıcı karar verilemeyeceğinden tescil istemi yönünden bir karar verilemez; ancak çoğun içinde azda vardır kuralı gereğince mahkemece noterde yapılan kati satış sözleşmelerinin iptaline ve mülkiyetin davacıya ait olduğunun tespitine karar verilebileceği hususu da nazara alınarak hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir…”gerekçesi ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:Asıl ve birleşen dosyada dava, hile iddiasına dayalı olarak satım sözleşmesinin iptali ve sözleşmeye konu aracın önceki maliki adına yeniden tescili istemine ilişkindir.
Davacı vekili asıl davada; dolandırıcılık dâhil pek çok suçtan sabıkalı olduğunu ileri sürdükleri davalıların hileyle müvekkilinin aracını haksız şekilde iktisap etmeye kalkıştıklarını, davalılar … ve …’in, aracını oto pazarında satmak isteyen müvekkilinin yanına gelip müşteri olduklarını, satış bedeli olarak 32.750TL üzerinden anlaştıklarını ve 1.000TL kaparo verildiğini, ertesi gün bu davalıların verdikleri kartvizitte yazılı oto galeride (Damla Otomotiv) buluştuklarını, görüşme sırasında satış bedelinden 1.750TL daha verilebileceği ancak bakiyesinin bankada olduğu ve vadesinin üç gün sonra dolması üzerine ödeneceğinin söylendiğini, merkezi konumda oto galerilerinin bulunması, galeri içerisinde pek çok başka araç olması şeklinde yaratılan görünüme güven duyması sağlanarak aldatılan müvekkilinin 17.08.2009 tarihli sözleşmeyi imzaladığını, bu kişilerin aracın satışı hususunda …’e vekâletname verilmesi konusunda müvekkilini ikna ettiğini, vekâletnamenin kendisinde kalmasını isteyerek iyice güven oluşturan davalıların daha sonra vekâletnamede pürüz olduğunu söyleyip diğer davalı … adına yeni bir vekâletin çıkarılmasını istemeleri üzerine 19.08.2009 tarihli vekâletnameyi çıkaran müvekkilinin elinden aldatma ile vekâletin alındığını, ertesi gün buluşmak için aynı yere gidildiğinde iş yerinin kapalı olduğunun görüldüğünü, telefonla da ulaşılamadığını, durumu araştıran müvekkilinin dolandırıldığını anlayarak şikâyetçi olduğunu (Kartal 4. Asliye Ceza Mahkemesi-2009/1560 E.), sonrasında aracın diğer davalı …’ya 19.08.2009 tarihinde satılarak devredildiğinin anlaşıldığını, bu kişinin davalılardan …’in eniştesi olduğunu, netice itibariyle tüm davalıların elbirliğiyle müvekkilinin zararına hareket ettiğini ileri sürerek 06 EU 6360 plakalı aracın trafik tescil kaydının iptali ile yeniden müvekkili adına tesciline ve dava konusu aracın aynen iadesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Birleşen davada ise, müvekkilinin gerek hukuk yolarını aramak gerekse şahsi gayreti ile dava konusu olayın peşine düştüğünü, bundan rahatsız olan asıl dosya davalılarının muvazaalı olarak aracı davalı …’ye devrettiklerini, bu kişinin …’nın hemşerisi ve arkadaşı olduğunu, nasıl bir tesadüf olduysa Kırşehir’den kalkıp Ankara’ya araç almaya gelip yine tesadüfen hemşerisi ile karşılaşarak davaya konu aracı ondan satın aldığını, dolandırıcılık suçu faili diğer davalılarla fikir ve işbirliği içerisinde muvazaalı olarak satışın gerçekleştirildiğini, araç üzerinde satılamaz kaydı olmasına rağmen satışın yapılmasının kötü niyeti gösterdiğini, normal koşullarda kimsenin böyle bir aracı almayacağını, davalının araçla ilgili sözleşme yapmanın ötesinde diğer davalılarla beraber İstanbul’a gidip tedbirin kaldırılmasını istediklerini söylemelerinin açıkça işbirliğini ortaya koyduğunu, delil olarak sundukları telefon görüşmesi kayıtlarından da Yunus’un diğerleriyle ortak hareket ettiğinin anlaşılacağını ileri sürerek dosyaların birleştirilmesini ve Yenimahalle 3. Noterliğinin 09.10.2009 tarihli, 36293 yevmiye numaralı araç satış sözleşmesinin iptali ile aracın müvekkiline iadesini talep etmiştir.Davalılar …, … ve … usulüne uygun davetiye tebliğine rağmen davaya cevap vermemiş, herhangi bir savunmada da bulunmamışlardır.
Birleşen dosya davalısı … vekili; müvekkilinin beğendiği aracı pazarlık ederek 09.10.2009 tarihli sözleşme ile satın aldığını, hatta aynı gün kendine ait bir aracı da başkasına sattığını, satın aldığı aracı adına tescil ettirmek istediğinde on dakika önce araç üzerinde ceza soruşturması nedeniyle tedbir konulduğunu öğrendiğini, trafik kayıtlarının aleniliğine güvenen müvekkilinin kendisinin bilgisi olmayan yaklaşık iki ay önce gerçekleşmiş satışta bedelin ödenmediği iddiası olması nedeniyle hak yoksunluğuna maruz kaldığını, diğer davalılar hakkında yapılan kovuşturmada üzerine atılı hiçbir suç isnadı olmayan müvekkilinin katılan sıfatıyla yer aldığını ve aracın kendisine iadesine karar verildiğini, iyi niyetli üçüncü kişi konumunda olan müvekkilinin araç bağlandığı için mağdur olduğunu savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
Mahkemece davalılar …, … ve …’nın fikir ve eylem birliği içinde dava konusu aracı davacının elinden hile ile aldıklarının sabit olduğu, ancak dava konusu aracı dolandırıcılık eyleminden kırk sekiz gün sonra, Kartal Cumhuriyet Başsavcılığının ihtiyati tedbir şerhi trafik kaydına işlenmeden noterde satın alan birleşen dosya davalısı …’nin diğerleriyle fikir ve eylem birliği içinde olduğu ve kötü niyetli olduğunun ispatlanamadığı, bu nedenle dava konusu aracın trafik kaydının iptal edilmesi ve davacı adına tescil edilmesinin mümkün olmadığı gerekçesiyle asıl ve birleşen davanın reddine karar verilmiştir.Kararın, araç üzerindeki tedbir şerhinin kaldırılmasına ilişkin ek kararla birlikte temyizi üzerine Özel Dairece yukarıda karar başlığında yazılı gerekçelerle hüküm bozulmuştur.
Yerel Mahkemece ilk karar gerekçeleri tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; asıl dosya davalılarının dolandırıcılık eylemi sonucunda davacının iradesi dışında elinden çıkan aracın iadesine yönelik olarak bu davalılar ve son resmî satış sözleşmesi ile aracı devralan birleşen dosya davalısı …’ye karşı açılan davada, yerel mahkemece salt birleşen dosya davalısının kötü niyetli olmadığı ve idareyi zorlayıcı şekilde bir tescil kararı verilemeyeceği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesinin yerinde olup olmadığı, burada varılacak sonuca göre satış sözleşmelerinin iptali ile mülkiyetin davacıya aidiyetine karar verilmesinin mümkün bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.
Uyuşmazlığın çözümüne geçilmeden önce, taşınır mülkiyetine ilişkin yasal düzenleme ve ilkelerin ortaya konulmasında yarar vardır.Taşınır mülkiyeti 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 762. ve 778. maddeleri arasında düzenlenmiştir.Buna göre taşınırlar (menkuller) “nitelikleri itibarıyla taşınabilen maddi şeyler ile edinmeye elverişli olan ve taşınmaz mülkiyetinin kapsamına girmeyen doğal güçler” olarak tanımlanmıştır (TMK, m.762). Bu bakımdan bir yerden diğer bir yere bağımsız olarak, özünde bir değişiklik olmadan taşınabilen her türlü maddi eşya (örneğin çanta, koltuk, sandalye, buğday, arpa veya eldeki davada söz konusu olduğu üzere otomobil) satımı taşınır satımı niteliğinde olduğu gibi, taşınmaz mülkiyetine dâhil olmayan ve temellüke (mülk edinmeye) elverişli bulunan elektrik, su, havagazı, doğalgaz, elektrik gibi tabii kuvvetlerin satımı da taşınır satımı niteliğindedir.
Bu bakımdan taşınır (menkul) satımını “taşınmaz (gayrimenkul) olmayan her şeyin satımıdır” şeklinde tanımlamak daha isabetli olacaktır.Nakli için zilyetliğin devri gereken taşınır mülkiyetinde (TMK, m.763/1) aslolan zilyetlik karinesidir. Bir taşınırın zilyetliğini iyi niyetle ve malik olmak üzere devralan kimse, devredenin mülkiyeti devir yetkisi olmasa bile, zilyetlik hükümlerine göre kazanmanın korunduğu hâllerde o şeyin maliki olur (m. 763/2).Buna ilişkin TMK’nın 985. maddesine göre;“Taşınırın zilyedi onun maliki sayılır.Önceki zilyetler de zilyetlikleri süresince o taşınırın maliki sayılırlar.”Taşınırın mülkiyeti ile ilgili ihtilâf doğması hâlinde kanun koyucu, gasp ve saldırıya ilişkin hükümler saklı kalmak kaydıyla, bir taşınırın zilyedinin kendisine karşı açılan her davada üstün hakka sahip olduğu karinesine dayanabileceğini (TMK, m.987) belirledikten sonra mal üzerindeki tasarruf yetkisi ve taşınır davası konusunda (para ve hamiline yazılı senetlerle ilgili 990. madde hükmü ayrık olmak üzere) ikili bir ayrıma gitmiştir.Buna göre “Bir taşınırın emin sıfatıyla zilyedinden o şey üzerinde iyi niyetle mülkiyet veya sınırlı aynî hak edinen kimsenin edinimi, zilyedin bu tür tasarruflarda bulunma yetkisi olmasa bile” korunacaktır (TMK, m. 988).
Bu koruma çerçevesinde üçüncü kişi iyi niyetle ve emin sıfatıyla zilyet sayılan kişiden ayni hak kazanır ve bu kazanımda tasarruf yetkisi dışında diğer geçerlilik unsurları mevcut olur ise (Sirmen, L.: Eşya Hukuku, 5. Bası, Ankara 2017, s. 91 vd.) mülkiyet hakkı sona eren önceki zilyet üçüncü kişiye karşı taşınır davası veya istihkak davası açarak hukuken sonuç alamayacaktır.İkinci hâl, malın emin sıfatıyla zilyetten devralınmamış ve malikinin elinden rızası dışında çıkmış olması durumunda ortaya çıkar:
Bir malın zilyedi, onu başkasına emanet etmiş olmayıp çaldırma, gasp, unutma gibi bir sebeple elinden çıkarmış bulunuyorsa, üçüncü şahıs böyle bir malı iyi niyetle iktisap etmiş olsa dahi onun iktisabı geçerli sayılmayacaktır.Gerçekten TMK’nın 989. maddesi bu hususta gayet açıktır.Buna göre; “Taşınırı çalınan, kaybolan ya da iradesi dışında başka herhangi bir şekilde elinden çıkan zilyet, o şeyi elinde bulunduran herkese karşı beş yıl içinde taşınır davası açabilir.Bu taşınır, açık artırmadan veya pazardan ya da benzeri eşya satanlardan iyi niyetle edinilmiş ise; iyi niyetli birinci ve sonraki edinenlere karşı taşınır davası, ancak ödenen bedelin geri verilmesi koşuluyla açılabilir.
Diğer konularda iyi niyetli zilyedin haklarına ilişkin hükümler uygulanır.”Görülüyor ki kanun koyucunun iyi niyetin korunması hususunda emaneten bırakılan mallarla sahibinin elinden rızası olmadan çıkan mallar hususunda yaptığı ayrım şu düşünceye dayanmaktadır; malı başkasına emaneten bırakan kimse az çok risk altına girmiş ve emaneten verdiği şeyin, emanet alan tarafından başkasına geçirilmesi tehlikesini göze almış sayılabilir.
Oysa malı rızası olmadan elinden çıkan kimsenin böyle bir riske önceden katlandığı söylenemez. Böyle olunca, bir malı iyi niyetle iktisap eden üçüncü şahsın menfaati, malı emaneten veren kimsenin menfaatine tercih edilmekte, rızası olmadan malı elinden çıkan kimsenin menfaatine ise feda edilmektedir.Sahibinin elinden rızası olmadan çıkan bir taşınır ile ilgili olarak üçüncü kişi iyi niyetli dahi olsa mülkiyet kazanamaz.
Ancak, iyi niyetli üçüncü şahsın malı bir açık artırmadan, pazardan veya bu gibi eşyayı satan bir kimseden iktisap etmesi durumunda 989. maddenin ikinci fıkrası gereği asıl mal sahibinin gerek bu şahıs, gerekse daha sonraki müktesipler aleyhinde açacağı iade davasını kazanabilmesi ancak üçüncü şahsın bu malı iktisap etmesi için verdiği bedelin, iadeyi isteyen asıl mal sahibi tarafından ödenmesi şartına bağlıdır.Daha öz bir anlatımla, sahibinin elinden rızası dışında çıkan menkullerde üçüncü kişinin iyi niyeti yalnızca malın TMK’nın 989/2. maddesinde sayılan yerlerden alınması hâlinde ve sadece ödenen bedelin tazmin edilmesiyle sınırlı olarak korunur.
Nitekim Hukuk Genel Kurulunun 21.02.2018 tarihli ve 2017/4-1367 E., 2018/249 K. sayılı kararında da aynı ilke ve kurallara işaret edilmiştir.Somut olayda davalı …’nin, aracı, camındaki satılık yazısıyla tesadüfen tespit ettiği ve yazı üzerindeki telefon numarasından davalı satıcı …’ya ulaştığı savunulmuş olduğuna göre 989. maddenin ikinci fıkrasındaki hâlin de söz konusu olmadığı anlaşılmaktadır.Gelinen aşamada kanun metninde geçen “sahibinin elinden rızası dışında çıkma” kavramından ne anlaşılması gerektiği açıklanmalıdır, zira davacı eldeki uyuşmazlıkta asıl dosya davalılarının hile ile kendisini kandırarak aracını elinden aldıklarını ileri sürmüştür.
Yürürlük tarihi itibariyle eldeki uyuşmazlıkta uygulanması gereken 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) 23 ve devam maddelerinde (6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu, m. 36 vd.) düzenlenen irade fesadı hâlleri arasında yer alan hile 28. madde hükmünde;“Diğer tarafın hilesiyle akit icrasına mecbur olan tarafın hatası esaslı olmasa bile, o akit ile ilzam olunmaz.Üçüncü bir şahsın hilesine düçar olan tarafın yaptığı akit lüzum ifade eder. Şu kadar ki diğer taraf bu hileye vakıf bulunur veya vakıf olması lazımgelirse, o akit lazım olmaz”şeklinde açıklanmıştır.Türk Dil Kurumuna göre “birini aldatmak, yanıltmak için yapılan düzen, dolap, oyun, desise, entrika” (Türk Dil Kurumu, Türkçe Sözlük, s. 891) şeklinde tanımlanan hile; bir kimseyi bir irade beyanında bulunmaya, özellikle sözleşme yapmaya sevk etmek için, onda kasten hatalı bir kanaat uyandırma veya esasen mevcut olan hatalı bir kanaati koruma veya sürdürme fiilidir (Eren, F.:Borçlar Hukuku Genel Hükümler, gözden geçirilmiş 6. bası, İstanbul 1998, C:1, s. 368).
Hilenin sebep olduğu sakatlık irade beyanında değil, iradenin oluşmasında meydana gelir. Bir diğer anlatımla, hilede aldatılan şahsın iradesi ile irade beyanı birbirine uygunsa da, bu iradenin oluşumunda aldatan tarafın sebep olduğu bir saik hatası söz konusu olur.Aynı zamanda haksız fiil teşkil eden hile, yalnızca hukuk yargılamasının değil, ceza yargılamasının da konusudur.
Nitekim ceza hukuku öğretisinde hile ile ilgili olarak; “Olaylara ilişkin yalan açıklamaların ve sarf edilen sözlerin doğruluğunu kuvvetlendirecek ve böylece muhatabın inceleme eğilimini etkileyebilecek yoğunluk ve güçte olması ve bu bakımdan gerektiğinde birtakım dış hareketler ekleyerek veya böylece var olan hâlden ve koşullardan yararlanarak, almayacağı bir kararı bir kimseye verdirtmek suretiyle onu aldatması, bu suretle başkasının zihin, fikir ve eylemlerinde bir hata meydana getirmesidir” (Dönmezer, S.: Kişilere ve Mala Karşı Cürümler, İstanbul, 2004, s. 453) şeklinde tarif edilmiştir.
Bilhassa Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) dolandırıcılık ile ilgili hükümlerinde hile ile iradenin sakatlanması önem taşır.Malvarlığının yanında irade özgürlüğünün de korunduğu dolandırıcılık suçunun maddi unsurunun hareket kısmı, 765 sayılı TCK’nın 503. maddesinde bir kimseyi kandırabilecek nitelikte hile ve desiseler yapma, 5237 sayılı TCK’nın 157. maddesinde hileli davranışlarla bir kimseyi aldatma şeklinde ifade edilmiştir (Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 17.02.2015 tarihli ve 2013/11-727 e., 2015/1 K. sayılı kararı).Somut uyuşmazlıkta da davacı asıl dosya davalıları hakkında dolandırıcılık suçundan şikâyetçi olmuş ve (Kapatılan) Kartal 4. Asliye Ceza Mahkemesinin 2009/1560 E., 2010/1051 K. sayılı mahkûmiyet kararındaki suçun sübutu yönündeki kabulü temyiz incelemesinden geçerek kesinleşmiştir.Yapılan açıklamalar ışığında irdelenen dosya kapsamı itibariyle, dava konusu aracın davacının elinden asıl dosya davalılarının hileli eylemleri neticesinde ve rızası dışında çıktığı tereddütsüzdür.
Dava konusu araç söz konusu kovuşturmada müdahil sıfatıyla yer alan, eldeki uyuşmazlıkta ise birleşen dosya davalısı olan …’ye iyi niyetli üçüncü şahıs olduğu gerekçesiyle tedbir kararı kaldırılarak iade edilmiş olup bu davalı savunmasında sözleşmenin kanuna uygun şekilde yapıldığını, trafik sicilindeki kayıtlara güvenerek hareket ettiğini, iyi niyetli olduğunu ifade etmiştir.Hâl böyle olunca gelinen aşamada davalının bu savunması üzerinde durulması gerekir.Taşınır satımının geçerliliği yukarıda izah edildiği üzere kural olarak şekil koşuluna bağlı değil ise de, bazı özel kanunlar ile taşınır satımı için geçerlilik koşulu öngörülmüştür.Somut olayda da taşınır mal niteliğinde araç satışı söz konusu olup bu hususta 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 20. maddesinin (d) bendinde tescil edilmiş araçların her çeşit satış ve devirlerinin noterler tarafından yapılacağı belirtilmiştir.
Diğer bir anlatımla trafikte kayıtlı araçlar, yapıları itibariyle taşınır mal olsalar da mülkiyetlerinin geçişi taşınır ve taşınmazlardan farklı olarak, özel ve kendine özgü bir düzenlenme koşuluna bağlanmıştır.Bu açık hüküm karşısında, trafik sicilinde kayıtlı araçların satımına ilişkin bir sözleşmenin hukuki sonuç doğurabilmesi için o sözleşmenin 2918 sayılı Kanun’un 20/d maddesi gereğince resmî biçimde yapılmasının bir geçerlilik koşulu olduğu açıktır. Anılan hüküm ile bir aracın mülkiyetinin geçişi için noterde resmî bir sözleşme yapılmasını zorunlu kılan kanun koyucu, tarafların iradelerinin ancak yasada öngörüldüğü biçimde birleşmeleri durumunda bir değer ifade edebileceğini, aksi hâlde sonuç doğurmayacağını ve geçersiz olduğunu düzenleme altına almak istemektedir.
Uyuşmazlığın mahiyeti itibariyle bu noktada tartışılması gereken asıl husus, araç satışları için 2918 sayılı Kanun’un 19. maddesinde düzenlenen tescilin fonksiyonu olup, bu konuda öncelikle sicile güven ilkesine değinilmesi gerekir.Taşınırlar üzerindeki hâkimiyetin belirlenmesi yukarıda açıklandığı üzere zilyetlik yoluyla sağlanırken taşınmazlar açısından bu belirleme tapu sicili yoluyla olur. Kanun koyucunun TMK’nın 1023. maddesinde taşınmaz mallar için açık bir şekilde öngördüğü sicile güven ilkesinin 2918 sayılı Kanun’da yer almaması, başka bir anlatımla trafik kaydında yolsuz bir tescile dayanarak hareket eden kişinin iyi niyetinin mülkiyete hak kazanılması noktasında korunması hususunda TMK’nın taşınır mülkiyetine ilişkin kurallarına istisna teşkil eden bir yasal düzenlemenin mevcut olmaması karşısında trafik sicil kayıtlarının, tapu sicilinin sağladığı korumaya eşdeğer güce sahip olduğu söylenemeyecektir.
Nitekim aynı husus Hukuk Genel Kurulunun 25.09.2002 tarihli ve 2002/4-608 E., 2002/643 K. sayılı kararında da vurgulanmıştır.Tüm bu açıklamalar ışığında somut uyuşmazlık incelendiğinde; davalılar … ve …’in dolandırıcılık eylemleri neticesinde davacının elinden çıkan ve bu suçta el ve iş birliği içerisinde olan …’ya 19.08.2009 tarihli sözleşme ile satılan, trafik sicilinde hak sahibi olarak gözüken … tarafından da birleşen dosya davalısı …’ye 09.10.2009 tarihli sözleşme ile devrolunan dava konusu aracın yukarıda ayrıntıları ile izah edildiği üzere sahibinin elinden rızası dışında çıkan menkul mal hükmünde olduğu açıktır. Bu nedenle sözleşmelerin iptaline yönelik istemin değerlendirilmesinde davalı …’nin iyi niyetli olup olmadığı önem taşımadığı gibi sicile güven prensibinin işlerlik kazanacağı yönündeki davalı savunmasına da itibar edilemeyecektir.Hâl böyle olunca, mahkemece Özel Daire bozma kararında gösterilenlerin yanında açıklanan bu ilâve gerekçe ve nedenler gözetilerek varılacak neticeye göre karar verilmesi gerekir.
Görüşmeler sırasında Özel Daire bozma kararının olayla ilgili ilkeleri koymak ve Mahkemeyi bu yönde değerlendirme yapmaya sevk etmek mahiyetinde olduğu, taşınır mülkiyetinin kaybedilip edilmediği Özel Daire kararı doğrultusunda mahkemece henüz incelenmediğinden Hukuk Genel Kurulunun mülkiyete ve iyi niyetin değer taşıyıp taşımadığına ilişkin neticeye varamayacağı, bu nedenle hükmün Daire kararı gibi bozulması gerektiği yönünde ileri sürülen görüş açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
Sonuç itibariyle, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararında gösterilen gerekçeler ve yukarıda açıklanan ilave nedenlerle direnme kararının bozulması gerekir.
SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen ve yukarıda açıklanan ilave nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, aynı Kanun’un 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 05.12.2019 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY
Mahkemece son alıcı konumundaki …’nin diğer davalılarla fikir ve eylem birliği içinde olduğu ve kötü niyetli olduğu ispatlanmadığından aracın trafik kaydının iptal edilmesi ve davacı adına tescil edilmesi mümkün olmadığı için hem asıl hem birleşen davanın reddine karar verilmiştir.Özel daire ise “Trafiğe tescil işlemi idari işlem olduğundan ve idareyi zorlayıcı karar verilemeyeceğinden tescil istemi yönünden karar verilmez; ancak çoğun içinde az da vardır kuralı gereğince mahkemece noterde yapılan kati satış sözleşmesinin iptaline ve mülkiyetin davacıya ait olduğunun tespitine karar verilebileceği hususu da nazara alınarak hasıl olacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğunu” belirterek bozma kararı vermiştir.
Mahkeme son alıcı yönünden kötü niyetli olmadığı gerekçesine dayanarak hem asıl hem de birleşen davayı reddetmiş olup, Yunus’un taraf olmadığı sözleşme ve dava yönünden de Yunus’un kötü niyetli olmadığı gerekçesine dayanılması doğru olmamıştır. Her bir dava yönünden ayrı değerlendirme yapılarak her sözleşme için ayrı olmak üzere sözleşmenin iptali koşullarının gerçekleşip gerçekleşmediği ve sonucuna göre mülkiyet tespiti konusunda karar verilmesi gerektiğinden bozma kararı dosya kapsamına uygundur. Özel daire, tarafların iyi niyetli olup olmadığını, mülkiyetin kaybedilip kaybedilmediğini, henüz işin tam olarak esasına girerek incelemiş değildir.
Bozma kararında incelemeye esas yaklaşım noktasının ne olması gerektiği açıklandıktan sonra, hasıl olacak sonucuna göre karar verilmesi gerektiğinin belirtilmiş olması da bunu göstermektedir.Özel Daire kararında yer alan, uyuşmazlığın çözümünde esas alınacak yaklaşımın ne olması gerektiği yönündeki bozma gerekçesi yerinde olup mahkemece buna uygun biçimde inceleme yapılıp karar verildikten sonra tarafların iyi niyetli olup olmadığı ve mülkiyetin kaybedilip kaybedilmediği incelenebileceğinden, mahkeme kararının Özel Daire kararındaki gerekçelerle bozulması gerektiği görüşünde olduğumdan ilaveli bozma yönünde oluşan değerli çoğunluk görüşüne katılamıyorum.
Bu konu hakkında benzer makalelerimiz için tıklayın