Memurlar Siyasi Partilerin Basın Açıklamalarına Katılabilirler mi?
Seçimlerin yaklaşması ile birlikte memurlar tarafından en çok merak edilen konulardan biriside siyasi partilerce yapılan toplantı tanım v.b faaliyetlere memurların katılması durumunda memurların 657 sayılı Kanunun 125 maddesinde yer alan siyasi faaliyetlere katılma yasağını ihlal edip etmeyeceği hususunda yaşanmaktadır.
Bilindiği üzere 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 125. maddesinin birinci fıkrasının (D) bendinin (o) alt bendinde; ” Herhangi bir siyasi parti yararına veya zararına fiilen faaliyette bulunmak” fiili kademe ilerlemesinin durdurulması cezası ile cezalandırılmayı gerektiren fiil ve haller arasında sayılmıştır.
Yine 657 sayılı kanunun Tarafsızlık ve devlete bağlılık başlıklı 7. maddesinde ” Devlet memurları siyasi partiye üye olamazlar, herhangi bir siyasi parti, kişi veya zümrenin yararını veya zararını hedef tutan bir davranışta bulunamazlar; görevlerini yerine getirirlerken dil, ırk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep gibi ayırım yapamazlar; hiçbir şekilde siyasi ve ideolojik amaçlı beyanda ve eylemde bulunamazlar ve bu eylemlere katılamazlar.” hükmüne yer verilmiştir.
Memurun herhangi bir siyasi partiye katılması ise devlet memurluğundan çıkarılma olarak cezalandırılan durumlardandır.
Yukarıda yer alan mevzuat hükümlerinden memurların siyasi faaliyetlere katılamayacağı siyasi partilere üye olmayacağı sonucuna varılmaktadır.
Ancak daha önceki yıllarda verilmiş olan bir Danıştay Kararında memur olarak görev yapan bir kişinin siyasi partice düzenlenen toplantıda sadece dinleyici olarak bulunması halinde bu durumda ilgili memura disiplin cezası verilemeyeceği yönünde karar verilmiştir.
İlgili kararda yer alan hususlara göre memurun mitingde siyasi parti lehine veya aleyhine herhangi bir faaliyette bulunmaması sadece yapılan açıklamayı izleme takip etmesi halinde siyasi partilerin mitinglerinde yapılan açıklamaları dinleyebileceği düşünülmektedir.
Danıştay 12.Dairesinin 13/12/2016 tarihli ve E : 2013/319, K : 2016/6344 sayılı Kararı.Özeti : Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Anayasa Mahkemesi kararlarında bahsedildiği üzere, devlet memurlarının, ifade özgürlüğü kapsamında düşünceyi açıklama ve bilgiye erişim hakkından bütünüyle mahrum bırakılamayacağı, bununla birlikte, demokratik bir toplumda gerekliliği tartışılmaz olan durumlarda ordu, emniyet veya başka bazı alanlarda siyasi ve toplumsal faaliyetlere sınırlamalar getirilebileceği, öğretmen olan davacının bir siyasi partinin basın açıklamasına katılarak açıklamayı dinleme şeklinde gerçekleşen eyleminin; sınırlamalara tabi tutulmasını gerektirecek veya başka güvenlik tehdidi oluşturan bir görevde bulunmaması, öte yandan tarafsızlığını ihlal edici tavır ve eylemlerinin bulunduğu veya demokratik eğilim dışına çıkan, şiddet içeren bir nitelik taşıdığına ilişkin bir tespitin bulunmaması karşısında, 657 sayılı Kanun’un 125/D-o maddesi kapsamında disiplin cezasına konu olamayacağı hakkında.
Temyiz İsteminde Bulunan (Davacı) : … adına Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası
Vekili :
Karşı Taraf (Davalı) : Diyarbakır Valiliği
İstemin Özeti : Diyarbakır 1. İdare Mahkemesince verilen
13/09/2012 tarihli ve Esas : 2011/1374 Karar : 2012/1345 sayılı kararın, dilekçede yazılı nedenlerle 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49. maddesi uyarınca temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.
Savunmanın Özeti : Savunma verilmemiştir.
Danıştay Tetkik Hâkimi :
Düşüncesi : Öze dokunmama ya da demokratik toplum gereklerine uygunluk kriterleri, öncelikle düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü üzerindeki sınırlamaların zorunlu ya da istisnai tedbir niteliğinde olmalarını, başvurulabilecek en son çare ya da alınabilecek en son önlem olarak kendilerini göstermelerini gerektirmektedir. Nitekim AİHM de demokratik toplumda gerekli olmayı, “zorlayıcı sosyal ihtiyaç” şeklinde somutlaştırmaktadır.
Buna göre, sınırlayıcı tedbir, zorlayıcı bir sosyal ihtiyacın karşılanması ya da gidilebilecek en son çare niteliğinde değilse, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir tedbir olarak değerlendirilemez (Bu konudaki AİHM kararları için bkz. Axel Springer AG/Almanya, [BD], B.No: 39954/08, 7/2/2012; Von Hannover/Almanya (no.2) [BD], 40660/08 ve 60641/08, 7/2/2012).
Buradan çıkan sonuca göre demokratik toplumun ana temellerinden olan düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü sadece lehte olduğu kabul edilen veya zararsız veya ilgilenmeye değmez görülen ifadeler için değil, ayrıca devletin veya toplumun bir bölümünün aleyhinde olan, onlara çarpıcı gelen, onları rahatsız eden ifadeler için de uygulanır. Çünkü bunlar, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleridir (bkz. Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 7/12/1976, § 49).
Anayasa Mahkemesi’nin, Hasan Güngör Başvurusu sonucunda (B.No:2013/6152) 24.02.2016 tarihinde verdiği kararda da belirttiği üzere, Devletin, kamu hizmetinde çalışan memurlarına bir bağlılık görevi getirmesi, ödev ve sorumluluklar yüklemesi memurların statüleri gereği meşru kabul edilebilir bir durumdur. Fakat devlet memurlarının da birer birey olduğu, siyasi görüş sahibi olma, ülke sorunlarıyla ilgilenme, tercih yapma gibi sosyal yönlere sahip olduğu ve bu nitelikleriyle AİHS’in 10. ve 11. maddelerinden yararlanma haklarının bulunduğu, bu nedenle davacının bir devlet okulunda öğretmen olduğu göz önüne alındığında devlet memurlarının ifade özgürlüğü kapsamında düşünceyi açıklama ve bilgiye erişim hakkından bütünüyle mahrum bırakılamayacaklarını dikkate almak gerekir. Bununla birlikte, demokratik bir toplumda gerekliliği tartışılmaz olan durumlarda ordu, emniyet veya başka bazı alanlarda siyasi ve toplumsal faaliyetlere sınırlamalar getirilmesi mümkündür. (Bkz. AYM, HASAN GÜNGÖR Başvurusu B.No:2013/6152).
Olayda, davacının bu türden sınırlamalara tabi tutulmasını gerektirecek veya başka güvenlik tehdidi oluşturan bir görevde bulunmadığı, görevinde tarafsızlığını ihlal edici tavır ve eylemlerinin bulunduğuna ilişkin olarak bilgi ve belgenin olmadığı gibi demokratik eğilim dışına çıkan, şiddet içeren eylemlerde bulunduğuna ilişkin açık bir tespitin bulunmadığı gibi yapılan organizasyonun içeriğine ilişkin olarak ayrıntılı bir tespitin de mevcut olmadığı, davacının salt basın açıklamasına katılma eyleminin, 657 sayılı Kanunun 125/D-(o) maddesinde düzenlenen “siyasi parti yararına fiilen faaliyette bulunmak” eylemi kapsamında değerlendirilmesine hukuken olanak bulunmadığından davanın reddi yolundaki mahkeme kararının bozulması gerektiği düşünülmektedir.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Karar veren Danıştay Onikinci Dairesince işin gereği görüşüldü:
Dava; Diyarbakır İli Sur İlçesi Şefik Alakuş İlköğretim Okulunda öğretmen olarak görev yapan davacının, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 125/D-(o) maddesi uyarınca bir yıl kademe ilerlemesinin durdurulması cezasıyla cezalandırılmasına ilişkin 13.04.2011 tarih ve 14 sayılı Diyarbakır İl Milli Eğitim Disiplin Kurulu kararının iptali istemiyle açılmıştır.
İdare Mahkemesince, davacının basın açıklamasına katılarak yapılan açıklamayı dinlediği, topluluk içerisinde yer almak suretiyle gerçekleştirmiş olduğu fiilin özellikle basın açıklamasının içeriği de göz önüne alındığında davacının kanun maddesine uyan ve sübuta eren fiili nedeniyle bir yıl kademe ilerlemesinin durdurulması cezasıyla cezalandırılmasına ilişkin işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Davacı tarafından, mahkeme kararının hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek temyizen incelenip bozulması istenilmektedir.
Dava dosyasının incelenmesinden, Demokratik Toplum Partisi (DTP) tarafından, “Halkımıza Çağrı” başlıklı ilanında tutuklanmalarını protesto etmek, barış ortamının dikkate alınması ve cevap bulması, saldırılara dur demek, özgürlük ve demokrasiyi haykırmak için 03.05.2009 ve 04.05.2009 tarihinde bir mitingin düzenleneceği belirtilmiş, Diyarbakır İli Sur İlçesi Şefik Alakuş İlköğretim Okulunda öğretmen olarak görev yapmakta olan ve aynı zamanda Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim Sen) üyesi olan davacınında bu toplantı ve sonrasında yapılan basın açıklamasına katıldığı iddiası üzerine başlatılan soruşturma sonucu düzenlenen raporda, davacının 04.05.2009 tarihli basın açıklamasına katıldığı gerekçesiyle 657 sayılı Kanunun 125/D-(o) maddesi uyarınca 1 yıl kademe ilerlemesinin durdurulması cezasıyla cezalandırılması teklif edildiği, getirilen teklif dikkate alınarak dava konusu işlem ile bir yıl kademe ilerlemesinin durdurulması cezası verilmesi üzerine bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 125. maddesinin birinci fıkrasının (D) bendinin (o) alt bendinde; ” Herhangi bir siyasi parti yararına veya zararına fiilen faaliyette bulunmak” fiili kademe ilerlemesinin durdurulması cezası ile cezalandırılmayı gerektiren fiil ve haller arasında sayılmıştır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), ifade özgürlüğünün “toplumun ilerlemesi ve her insanın gelişmesi için esaslı koşullardan biri olan demokratik toplumun asıl temellerinden birini” oluşturduğuna sıklıkla dikkat çekmektedir.
AİHM’e göre “İfade özgürlüğü, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 10. maddenin 2. fıkrasına bağlı olarak, yalnızca lehte olduğu kabul edilen veya zararsız ya da ilgilenmeye değmez görülen bilgi veya düşünceler için değil, aynı zamanda devletin veya nüfusun bir bölümü için saldırgan, şok edici veya rahatsız edici bilgi ve düşünceler için de uygulanır. Bunlar, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleridir; bunlar olmaksızın demokratik toplum olmaz.” (bkz. Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 7/12/1976, § 49).
Düşünceyi açıklama özgürlüğü konusunda devletin pozitif ve negatif yükümlülükleri bulunmaktadır. Kamu makamları negatif yükümlülük kapsamında Anayasa’nın 13. ve 26. maddeleri kapsamında zorunlu olmadıkça düşüncenin açıklanmasını ve yayılmasını yasaklamamalı ve yaptırımlara tabi tutmamalı; pozitif yükümlülük kapsamında ise düşünceyi açıklama özgürlüğünün gerçek ve etkili korunması için gereken tedbirleri almalıdır (benzer yöndeki AİHM görüşü için bkz. Özgür Gündem/Türkiye, B.No:23144/93, 16/3/2000, §43).
Anayasa Mahkemesi yerleşik içtihatlarında demokratik toplumu, “Demokrasiler, temel hak ve özgürlüklerin en geniş ölçüde sağlanıp güvence altına alındığı rejimlerdir. Temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunup tümüyle kullanılamaz hale getiren sınırlamalar, demokratik toplum düzeni gerekleriyle uyum içinde sayılamaz. Bu nedenle, temel hak ve özgürlükler, istisnaî olarak ve ancak özüne dokunmamak koşuluyla demokratik toplum düzeninin sürekliliği için zorunlu olduğu ölçüde ve ancak yasayla sınırlandırılabilirler.” (AYM, E.2006/142, K.2008/148, K.T. 24/09/2008) biçiminde tarif etmiştir.
Diğer bir deyişle yapılan sınırlama hak ve özgürlüğün özüne dokunarak, kullanılmasını durduruyor veya aşırı derecede güçleştiriyorsa, etkisiz hale getiriyorsa veya ölçülülük ilkesine aykırı olarak sınırlama aracı ile amacı arasındaki denge bozuluyorsa demokratik toplum düzenine aykırı olacaktır (Bkz. AYM, E.2009/59, K.2011/69, K.T. 28/04/2011; AYM, E.2006/142, K.2008/148, K.T. 17/04/2008).
Öze dokunmama ya da demokratik toplum gereklerine uygunluk kriterleri, öncelikle düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü üzerindeki sınırlamaların zorunlu ya da istisnai tedbir niteliğinde olmalarını, başvurulabilecek en son çare ya da alınabilecek en son önlem olarak kendilerini göstermelerini gerektirmektedir. Nitekim AİHM de demokratik toplumda gerekli olmayı, “zorlayıcı sosyal ihtiyaç” şeklinde somutlaştırmaktadır.
Buna göre, sınırlayıcı tedbir, zorlayıcı bir sosyal ihtiyacın karşılanması ya da gidilebilecek en son çare niteliğinde değilse, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir tedbir olarak değerlendirilemez (Bu konudaki AİHM kararları için bkz. Axel Springer AG/Almanya, [BD], B.No: 39954/08, 07/02/2012; Von Hannover/Almanya (no.2) [BD], 40660/08 ve 60641/08, 07/02/2012).
Buradan çıkan sonuca göre demokratik toplumun ana temellerinden olan düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü sadece lehte olduğu kabul edilen veya zararsız veya ilgilenmeye değmez görülen ifadeler için değil, ayrıca devletin veya toplumun bir bölümünün aleyhinde olan, onlara çarpıcı gelen, onları rahatsız eden ifadeler için de uygulanır. Çünkü bunlar, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleridir (bkz. Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 07/12/1976, § 49).
AİHM, Axel Springer AG davasında, düşünceyi açıklama özgürlüğü ile başkalarının şöhretinin çatışması hâlinde çatışan menfaatlerin dengelenip dengelenmediğini, dolayısıyla müdahalenin demokratik toplumda gerekli ve orantılı olup olmadığını belirlemeye yönelik bazı kriterler geliştirmiştir. Bu kriterler;
a) basında yer alan yazı veya ifadelerin kamuoyunu ilgilendiren genel yarara ilişkin bir tartışmaya sağladığı katkı,
b) hedef alınan kişinin tanınmışlık düzeyi ve yazının amacı,
c) ilgili kişinin yayından önceki davranışı,
d) bilginin elde edilme yöntemi ve doğruluğu,
e) yayının içeriği, biçimi ve sonuçları ve
f) yaptırımın ağırlığı olarak ifade edilmiştir (bkz. Axel Springer AG / Almanya, [BD], B.No: 39954/08, 07/02/2012).
Bu kriterlerden özellikle “yazının hedef aldığı kişinin kimliği ve yazının amacı”nın özel önemi bulunmaktadır. Zira AİHM, başkalarının şöhret ve haklarının korunması kapsamında düşünceyi açıklama özgürlüğüne müdahalenin demokratik toplumlarda gerekliliği konusunda sade vatandaşlarla, kamuya mal olmuş kişileri, kamu görevlileriyle siyasetçileri birbirlerinden ayırarak değerlendirmeler yapmaktadır. Siyasetçiler ve kamuoyunca tanın kişiler gördükleri işlev nedeniyle daha fazla eleştiriye katlanmak durumundadırlar. Bu nedenle siyasetçilerin veya kamusal yetki kullanan görevlilerin sade vatandaşlara göre eleştiriye daha açık olmaları kaçınılmazdır.
Anayasa Mahkemesi’nin, Hasan Güngör Başvurusu sonucunda (B.No:2013/6152) 24.02.2016 tarihinde verdiği kararda da belirttiği üzere, devletin, kamu hizmetinde çalışan memurlarına bir bağlılık görevi getirmesi, ödev ve sorumluluklar yüklemesi memurların statüleri gereği meşru kabul edilebilir bir durumdur.
Fakat devlet memurlarının da birer birey olduğu, siyasi görüş sahibi olma, ülke sorunlarıyla ilgilenme, tercih yapma gibi sosyal yönlere sahip olduğu ve bu nitelikleriyle AİHS’in 10. ve 11. maddelerinden yararlanma haklarının bulunduğu, bu nedenle davacının bir devlet okulunda öğretmen olduğu göz önüne alındığında devlet memurlarının ifade özgürlüğü kapsamında düşünceyi açıklama ve bilgiye erişim hakkından bütünüyle mahrum bırakılamayacaklarını dikkate almak gerekir.
Bununla birlikte, demokratik bir toplumda gerekliliği tartışılmaz olan durumlarda ordu, emniyet veya başka bazı alanlarda siyasi ve toplumsal faaliyetlere sınırlamalar getirilmesi mümkündür. (Bkz. AYM, HASAN GÜNGÖR Başvurusu B.No:2013/6152).
Olayda, davacının bu türden sınırlamalara tabi tutulmasını gerektirecek veya başka güvenlik tehdidi oluşturan bir görevde bulunmadığı, görevinde tarafsızlığını ihlal edici tavır ve eylemlerinin bulunduğuna ilişkin olarak bilgi ve belgenin olmadığı gibi demokratik eğilim dışına çıkan, şiddet içeren eylemlerde bulunduğuna ilişkin açık bir tespitin bulunmadığı gibi yapılan organizasyonun içeriğine ilişkin olarak ayrıntılı bir tespitin de mevcut olmadığı, davacının salt basın açıklamasına katılma eyleminin, 657 sayılı Kanun’un 125/D-(o) maddesinde düzenlenen “siyasi parti yararına fiilen faaliyette bulunmak” eylemi kapsamında değerlendirilmesine hukuken olanak bulunmadığından davacının anılan eylemi nedeniyle disiplin cezası ile cezalandırılmasına ilişkin işlemde ve bu işleme karşı açılan davayı reddeden idare mahkemesi kararında hukuki isabet bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, davacının temyiz isteminin kabulü ile Mahkeme kararının bozulmasına, yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın İdare Mahkemesine gönderilmesine, bu kararın tebliğ tarihini izleyen 15 (onbeş) gün içerisinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere 13/12/2016 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
Bu konu hakkında benzer makaleler için tıklayın