İşçi, Ara Dinlenmeyi Kullanılmayıp Mesaiden Erken Çıkabilir Mi ?
Özet : İşçinin günlük iş süresi içinde kesintisiz olarak hiç ara vermeden çalışması beklenemez. Gün içinde işçinin yemek, çay, sigara gibi ihtiyaçlar sebebiyle ya da dinlenmek için belli bir zamana ihtiyacı vardır. Bu nedenle ara dinlenme süresinin, işe, ara dinlenme süresi kadar geç başlama veya aynı süreyle erken bırakma şeklinde kullandırılması doğru olmaz. Ara dinlenme süresinin günlük çalışma içinde belli bir zamanda amaca uygun şekilde kullandırılması gerekir.
Yargıtay
9. Hukuk Dairesi
Esas : 2018/4794Karar : 2018/11034Karar Tarihi : 17/05/2018
“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ : ASLİYE HUKUK (İŞ) MAHKEMESİDAVA TÜRÜ : ALACAK
Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen kararın, temyizen incelenmesi davalılardan … Ltd. Şti.,…Ltd. Şti., …, … … Ltd. Şti., …Ltd. Şti. vekilleri tarafından istenilmekle, temyiz taleplerinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:
KARAR
Davacı isteminin özeti : Davacı vekili, davacının iş aktinin davalı tarafından haksız sonlandırıldığını, 31/12/2012 tarihinden itibaren yeni ihalenin yapıldığı 20/02/2013 tarihine dek ücretsiz ve sigortasız olarak çalıştırıldığını ve ücreti ödenmeden işine son verildiğini, müvekkilinin davalı … Başkanlığında 07.11.2007 tarihinde zabıta memuru olarak işe alındığını ama bunun yanında tüm birimlerde görevlendirildiğini, çalıştığı süre içinde diğer davalıların dönem itibarı ile ihale aldıkça çalışanların çalışma sürelerini de yenilediklerini, ilk yıl belirli süreli hizmet akdine tabi olarak işe alındığını ancak daha sonraki yıllarda hizmet akdinin her yıl yenilenmesi nedeniyle belirsiz süreli hizmet akdine dönüştüğünü, müvekkilinin iş akdinin 20.02.2013 tarihinde haksız olarak sonlandırıldığını, müvekkilinin aldığı en son ücretin 1.050,00 TL olduğunu,
2 ayda 1 defa Pazar günleri çalışma nöbeti yaptığını, ayrıca Cumartesi günleri 08.30 – 23.00 saatleri arasında ve ayda 1-2 kez konser ve tiyatro etkinliklerinde gece 23.00’e kadar mesai yaptığını, tüm bayramlarda protokol çalışmalarında ve … Festivali sırasında 1 hafta olarak her gün en az 5 saat mesai yaptığını, dini bayramlarda 1 gün mesai yaptığını ancak bu mesai ücretlerinin kendisine ödenmediğini, çalıştığı süre boyunca hiç ücretli izin kullanmadığını, 31.12.2012 tarihinden yeni ihalenin yapıldığı 20.02.2013 tarihine kadar ücretsiz ve sigortasız olarak çalıştırıldığını, daha sonra ücret ödenmeden işine son verildiğini, kendisiyle beraber toplam 10 kişinin işten çıkarıldığını ve ertesi gün yerlerine yeni işçinin alındığını, bir kısım işçilik alacaklarının ödenmediğini ileri sürerek kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, ücret, yıllık izin ücreti, fazla mesai ücreti, hafta tatili ücreti, ulusal bayram genel tatil ücreti alacaklarını istemiştir.

Davalı cevabının özeti : Davalı … Şirketi vekili, davacının istifa ettiğini, taleplerin zamanaşımına uğradığını, açılan davayı kabul etmediklerini, davacının müvekkili şirket bünyesinde 01.01.2009 – 31.12.2009 tarihleri arasında çalıştığını, davacıyla belirli süreli iş sözleşmesi imzalandığını ve sürenin sonunda istifa ederek işten ayrıldığını, belediye ile müvekkili arasında imzalanan hizmet ihale sözleşmesinde fazla çalışma olamayacağı, olduğu takdirde bundan müvekkili şirketin sorumlu tutulamayacağı konusunda madde bulunduğunu, davacının hafta sonu, dini ve ulusal bayram ve genel tatil günlerinde çalıştığı iddiasının gerçek dışı olduğunu, iddia ve taleplerin yersiz olduğunu savunarak davanın reddini istemiştir.
Davalı … Şirketi vekili, davacının 01.01.2010 – 31.12.2010 tarihleri arasında müvekkili şirket bünyesinde belirli süreli hizmet sözleşmesi ile çalıştığını, sözleşmenin koşullarının belediye tarafından belirlendiğini ve işçinin belediyenin denetim ve gözetimi altında çalıştığını, bu hususun belediye ile müvekkili arasında yapılan ihale şartnamesinde açık olarak ifade edildiğini, işçinin çalıştığı yer ve zaman diliminin de belediye tarafından belirlendiğini, ihale şartnamesinde davacının zabıta olarak bir pozisyonu olmadığını, farklı bölümlerde ve işlerde görevlendirilmek üzere işe alındığını, zabıta olarak çalışacağına dair herhangi bir maddenin bulunmadığını, sözleşmenin belirli süreli olduğunu, herhangi bir kıdem ve tazminatının söz konusu olamayacağını, iddia ve taleplerin yersiz olduğunu savunarak davanın reddini istemiştir.
Davalı … vekili, davacının istemlerinin zamanaşımına uğradığını, davacının ihale ile ve belirli süreli hizmet akdi ile çalıştığını, belediyenin işçisi olmadığını, dava konusu haklardan taşeron firmaların sorumlu olduğunu, Belediyeler Yasası’na göre müvekkilinin temizlik işleri, park bahçe işleri, bakım ve onarım vs. işlerini 3. kişilere gördürebileceğini, ihale ile gördürülen işlerde işçilerin ücretinin, sigorta primlerinin, sosyal haklarının ihale ile işi üstlenen alt işverence ödendiğini, bugüne kadar … mevzuatı kapsamında bir sorun yaşanmadığını, ihale yolu ile hizmet alımı olduğundan davacının hizmet akitlerinin belirli süreli olduğunu, hiç bir zaman belirsiz süreli hale gelmediğini, resmi mesai saatlerine riayet edildiğini, Cumartesi ve Pazar günlerinin tatil olduğunu, davacının fazla mesaisi olmadığını, yıllık ücretli izinlerini kullandığını, dini ve resmi bayramlarda çalışma olmadığını, iddia ve taleplerin yersiz olduğunu savunarak davanın reddini istemiştir.

Yerel Mahkeme kararının özeti : Mahkemece, toplanan delillere ve bilirkişi raporuna göre, işçilik alacaklarının ödenmesi isteminden doğan uyuşmazlıkta, çekişme iş sözleşmesinin hangi tarafça ve hangi nedenle feshedildiği ve varılacak sonuca göre de feshin haklı nedene dayanıp dayanmadığı ve ödenmeyen işçilik alacakları bulunup bulunmadığı noktasında toplanmakta olup, tarafların aşamalardaki anlatımlarının, dayandığı hukuksal neden ve kanıtların yapılan aleni yargılamada tartışılıp değerlendirilmesi sonucunda; davacı işçinin davalı iş yerinde 07.11.2007 – 15.02.2013 tarihleri arasında toplam 5 yıl, 1 ay, 23 gün süreyle davalılar nezdinde birlikte 1 ay 15 gün davalı … nezdinde zabıta olarak çalıştığı, çalışmasının eylemli ve kesintisiz olduğu, iş sözleşmesinin işveren Belediye tarafından davacının bir siyasal partinin ilçe başkanlığı seçiminde Belediye Başkanı’nın karşı grubunda olan adayı desteklemesi nedeniyle feshedildiği sabit bulunmuştur.
Bir işverenden, işyerinde yürüttüğü mal veya hizmet üretimine ilişkin yardımcı işlerinde veya asıl işin bir bölümünde işletmenin ve işin gereği ile teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiren işlerde iş alan ve bu iş için görevlendirdiği işçilerini yalnızca bu işyerinde aldığı işte çalıştıran diğer işveren ile iş aldığı işveren arasında kurulan ilişkiye asıl işveren-alt işveren ilişkisi dendiği, asıl işveren alt işveren ilişkisinin öğeleri; iki ayrı işverenin olması, mal veya hizmet üretimine yönelik bir işin varlığı, işçilerin yalnızca asıl işverenden alınan iş kapsamında çalıştırılması ve tarafların muvazaalı bir ilişki içine girmemeleri olduğu, bu ilişkide asıl işveren, alt işverenin işçilerine karşı o işyeri ile ilgili olarak İş Yasası’ndan, iş sözleşmesinden veya alt işverenin taraf olduğu toplu iş sözleşmesinden doğan yükümlülüklerinden alt işveren ile birlikte sorumlu olduğu, somut olayda yazılı ve sözlü kanıtlardan davalı … ile diğer davalılar arasında alt işveren – üst işveren ilişkisi olduğu sonucuna varıldığı, fesih nedeninin haklı olup olmadığının değerlendirilmesi gerektiği, iş hukukunda çalışma olgusunun, fazla mesai yapıldığının ve tatil günlerinde çalışıldığının ispat yükü işçide, iş sözleşmesinin kıdem ve ihbar tazminatı hak kazanmayacak şekilde sona ediğinin ve ücretler ile diğer hakların ödendiğinin ispat yükü ise işverende olduğu, oluşa ve kabule göre; iş sözleşmesinin fesih gerekçesi davacının bir siyasal partinin ilçe başkanlığı seçiminde Belediye Başkanı’nın karşı grubunda olan adayı desteklemesi olup seçimlerdeki siyasal tercihler iş sözleşmesinin feshini haklı kılacak, davalı işverene fesih hakkı verecek hukuksal bir neden olmadığı, bu nedenle davalı işverenin feshinin haksız olduğu, ücretin miktarının ne olduğu ve eklerinin varlığı gibi konularda ispat yükü işçinin üzerinde olduğu, iş sözleşmesinin tarafları arasında ücret miktarı konusunda çıkabilecek uyuşmazlıklarda gerçek ücretin her türlü kanıtla ispatı mümkün olduğu, aylık ücreti gösteren para makbuzları, banka kayıtları, ticari defter kayıtları, tanık beyanları gibi kanıtlarla işçinin imzasını taşıyan ücret bordroları veya hizmet sözleşmesinde yazılı olan ücretin gerçek olmadığı ispatlanabileceği, ücretin mevcut kanıtlarla kuşkuya yer bırakmayacak şekilde belirlenmesi mümkün bulunmayan kimi durumlarda, yapılan iş, hizmet süresi ve diğer belirleyici özellikler belirtilmek suretiyle ilgili meslek örgütlerinden sorulmak suretiyle de belirlenebileceği, davacı taraf net 1.050,00 TL ücret aldığı iddia ettiği, dosya içeriğine göre; davacının kıdemi, yaptığı işin niteliği, emsal ücret araştırması ve tanık anlatımları göz önüne alındığında davacının son net ücretin asgari ücretin üzerinde olduğunun kabul edilmesi gerektiği, davacı vekili birikmiş ücret alacağının ödenmesi isteminde bulunmuştur.

İşçinin ücretinin ödendiğini ispat yükü işverenin üzerinde olduğu, işçiye ücretinin elden ya da banka kanalıyla ödenmesi durumunda, ücret hesabını gösteren imzalı ve işyerinin özel işaretini taşıyan “ücret hesap pusulası” verilmesi zorunlu olduğu, işverence verilmesi gereken bu belgede işçinin imzasının alınmış olması ücretin ödendiği anlamına geldiği, uygulamada çoğunlukla “ücret bordrosu” adı altında belgeler düzenlenmekte ve periyodik ödemelerde işçinin imzası alındığı, banka aracılığı ile yapılan ödemelerde banka kayıtları da ödemeyi gösteren belge niteliğinde olduğu, ücretin ödendiğinin ispatında işçinin imzasını taşıyan bir ödeme belgesi yeterli ise de para borcu olan ücretin ödendiğinin tanıkla ispatı mümkün olmadığı, dosya içeriğine göre; tanık anlatımları, ödeme belgeleri ve bilirkişi raporundan davacının 1 ay 15 günlük ücret alacağının bulunduğu sabit olup, davalı işveren bu alacağın ödendiğini ve bakiye ücret alacağı kalmadığını davacı işçinin imzasını taşıyan bir ödeme belgesi ya da başka bir yazılı belge ile ispat edemediğinden, işverenin ödenmeyen bu ücret alacağından sorumlu olduğu, davacı vekili kıdem tazminatı isteminde bulunduğu, kıdem tazminatı işverene ait bir ya da birkaç işyerinde belli bir süre çalışmış bir işçinin, işinden ayrılması durumunda, işinde yıpranması, yeni bir iş edinmede karşılaşacağı güçlükler ve işyerine sağladığı katkı göz önüne alınarak, geçmiş hizmetlerine karşılık işveren tarafından yasal esaslar dahilinde verilen toplu para olduğu, kıdem tazminatı, feshe bağlı haklardan olsa da iş sözleşmesinin sona erdiği her durumda istem hakkı doğmamaktadır.
4857 sayılı İş Yasası’nın 120. maddesi hükmüne göre, halen yürürlükte bulunan 1475 sayılı Yasa’nın 14. maddesi uyarınca, kıdem tazminatına hak kazanabilmek için işçinin işverene ait işyerinde en az bir yıl çalışmış olması gerektiği, kıdem tazminatına hak kazanma noktasında en az bir yıllık çalışma yönünde yasal koşul, İş Yasası sistemi içinde nispi emredici bir hüküm olduğu, buna göre toplu ya da bireysel iş sözleşmeleri en az bir yıl çalışma koşulu işçi lehine azaltılabileceği, işçinin işe başladığı tarihten itibaren iş sözleşmesinin devamı süresince her geçen tam yıl için işverence işçiye otuz günlük ücreti tutarında kıdem tazminatı ödendiği, bir yıldan artan süreler için de aynı oran üzerinden ödeme yapılacağı, iş sözleşmesinin kıdem tazminatını gerektirmeyecek şekilde haklı nedenlerle feshedildiği ispat yükü davalı işverene ait olduğu, dosya içeriğine göre, davalı işveren iş sözleşmesinin haklı nedenle feshedildiğini, yani tazminat gerektirmeyecek şekilde son bulduğunu kanıtlayamadığından davacı 07.11.2007 – 15.02.2013 tarihleri arasında 5 yıl, 3 ay, 8 gün hizmetinin karşılığı olan kıdem tazminatına hak kazandığı, davacı vekili ihbar tazminatı isteminde bulunduğu, ihbar tazminatı, belirsiz süreli iş sözleşmesini haklı bir nedeni olmaksızın ve usulüne uygun bildirim öneli tanımadan fesheden tarafın, karşı tarafa ödemesi gereken bir tazminat olduğu, buna göre, öncelikle iş sözleşmesinin İş Yasası’nın 24 ve 25. maddelerindeki nedenlere dayanmaksızın feshedilmiş olması ve 17. maddesinde belirtilen şekilde usulüne uygun olarak ihbar öneli tanınmamış olması halinde ihbar tazminatı ödenmesi gerektiği, yine haklı fesih nedeni bulunmakla birlikte, işçi ya da işverenin 26. maddede öngörülen hak düşürücü süre geçtikten sonra fesih yoluna gitmeleri durumunda, karşı tarafa ihbar tazminatı ödeme yükümlülüğü doğacağı, ihbar tazminatı, iş sözleşmesini fesheden tarafın karşı tarafa ödemesi gereken bir tazminat olması nedeniyle iş sözleşmesini fesheden tarafın feshi haklı bir nedene dayansa bile, ihbar tazminatına hak kazanması mümkün olmayacağı, Yasa’da ihbar tazminatının miktarı “bildirim süresine ait ücret” olarak belirlendiği, buna göre ihbar tazminatı, yasadan doğan götürü tazminat olarak nitelendirilebilir.

Bu niteliği bakımından 6098 sayılı yeni Türk Borçlar Yasası‘nı 146. maddesine göre … yıllık zamanaşımı süresine tabi olduğu, belirsiz süreli iş sözleşmelerinin feshinden önce durumun diğer tarafa bildirilmesi gerektiği, İş sözleşmeleri; (a) işi altı aydan az sürmüş olan işçi için bildirimin diğer tarafa yapılmasından başlayarak iki hafta sonra, (b) işi altı aydan birbuçuk yıla kadar sürmüş olan işçi için bildirimin diğer tarafa yapılmasından başlayarak dört hafta sonra, (c) işi birbuçuk yıldan üç yıla kadar sürmüş olan işçi için bildirimin diğer tarafa yapılmasından başlayarak altı hafta sonra, (d) işi üç yıldan fazla sürmüş işçi için bildirim yapılmasından başlayarak sekiz hafta sonra feshedilmiş sayılacağı, bu süreler asgari olup sözleşmeler ile artırılabileceği, bildirim koşuluna uymayan taraf, bildirim süresine ilişkin ücret tutarında tazminat ödemek zorunda olduğu, işveren bildirim süresine ait ücreti peşin vermek suretiyle iş sözleşmesini feshedebileceği, iş sözleşmesinin ihbar tazminatını gerektirmeyecek şekilde haklı nedenlerle feshedildiği ispat yükü davalı işverene ait olduğu, dosya içeriğine göre, davalı işverenin taraflar arasındaki belirsiz süreli iş sözleşmesinin feshinden önce durumu davacıya bildirmediği ve bildirim süresine ilişkin ücreti peşin de ödemediği sabit olduğu, bu durumda davacının hizmet süresi 5 yıl, 3 ay, 8 gün olduğundan iş sözleşmesi,
4857 sayılı İş Yasası’nın 17/2. maddesi gereğince bildirimin diğer tarafa yapılmasından başlayarak 8 hafta sonra feshedilmiş sayılır ve davalı taraf, 4857 sayılı İş Yasası’nın 17/4. maddesi gereğince bildirim süresine ilişkin ücret tutarında tazminat ödemek zorunda olduğundan, davacı işçi (8 hafta x 7 gün) 56 günlük bildirim süresinin karşılığı olan ücret tutarında ihbar tazminatına hak kazandığı, davacı vekili fazla çalışma alacağının ödenmesi isteminde bulunduğu,
İş Yasası’nda yazılı koşullar çerçevesinde, haftalık kırk beş saati aşan çalışmalar fazla çalışma olduğu, fazla çalışma yaptığını iddia eden işçi bu iddiasını ispatla yükümlü olduğu, ücret bordrolarına ilişkin kurallar burada da geçerli olduğu, işçinin imzasını taşıyan bordro sahteliği ispat edilinceye kadar kesin kanıt niteliğinde olduğu, başka bir anlatımla bordronun sahteliği ileri sürülüp kanıtlanmadıkça, imzalı bordroda görünen fazla çalışma alacağının ödendiği varsayılacağı, fazla çalışmanın ispatı konusunda işyeri kayıtları, özellikle işyerine giriş çıkışı gösteren belgeler, işyeri iç yazışmaları kanıt niteliğinde olduğu, ancak fazla çalışmanın yazılı belgelerle kanıtlanamaması durumunda tarafların, tanık beyanları ile sonuca gidilmesi gerektiği, bunun dışında herkesçe bilinen genel bazı olgular da bu noktada göz önüne alınabileceği, dosya içeriğine göre, tanık anlatımları ve bilirkişi raporundan davalı iş yerinde davacının Cumartesi günleri halk pazarında görevli olması nedeniyle ayda 24 saat, her yıl Nisan ile Kasım ayları arasındaki dönemde ayda 12 saat, ayrıca … festivalinin olduğu yılın 2. döneminde 7 gün 5’er saatten 35 saat fazla çalışma yapıldığı sonucuna ulaşıldığı, davacı vekili hafta tatili alacağının ödenmesi isteminde bulunduğu, İş Yasası kapsamına giren işyerlerinde, işçilere tatil gününden önce belirlenen iş günlerinde çalışmış olmaları koşulu ile yedi günlük bir zaman dilimi içinde kesintisiz en az yirmidört saat hafta tatili vermek zorunda olup , hafta tatili bölünerek kullandırılamayacağı, buna göre, hafta tatilinin yirmi dört saatten az olarak kullandırılması halinde hafta tatili hiç kullandırılmamış sayılacağı, hafta tatili Pazar günü olduğu, bu genel kural mutlak nitelikte olmayıp, hafta tatili izninin Pazar günü dışında da kullandırılması mümkün olduğu, hafta tatili gününde çalıştığını iddia eden işçi, norm kuramı uyarınca bu iddiasını ispatla yükümlü olduğu, dosya içeriğine göre, dinlenen tanık anlatımlarından, davalı iş yerinde iki ayda 1 gün Pazar günleri anons nöbeti tutarak hafta sonu çalıştığı sabit olduğundan davacının hükümde belirtilen tutarda hafta tatili alacağı olduğu, davacı vekili ulusal bayram ve genel tatil alacağının ödenmesi isteminde bulunmuştur.

Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkında Yasa’ya göre, resmi ve dini bayram günleriyle yılbaşı günü genel tatil günleri olduğu, buna göre genel tatil günleri, 1 Ocak, 23 Nisan, 19 Mayıs, 30 Ağustos günleri ile Arife günü saat 13.00’da başlanan 3,5 günlük Ramazan Bayramı ve Arife günü saat 13.00’de başlayan 4,5 günlük Kurban Bayramı günlerinden oluştuğu, Ulusal bayram günü ise 28 Ekim saat 13.00 ten itibaren başlayan 29 Ekim günü de devam eden 1,5 gündür. 2009 yılından itibaren 1 Mayıs Emek ve Dayanışma günü, genel tatil günüdür.
Ulusal bayram ve genel tatil günlerinde çalıştığını iddia eden işçi, bu iddiasını ispatla yükümlü olduğu, dosya içeriğine göre, tanık anlatımlarından davacının, dini bayramlarda ise 1 gün, diğer ulusal ve resmi bayramların tamamında çalıştığı sonucuna varılarak davacının hükümde belirtilen tutarda ulusal bayram ve genel tatil alacağı olduğu kabul edildiği, davacı vekili yıllık ücretli izin alacağının ödenmesi isteminde bulunduğu, işyerinde işe başladığı günden itibaren, deneme süresi de içinde olmak üzere, en az bir yıl çalışmış olan işçilere yıllık ücretli izin verileceği, yıllık ücretli izin hakkından vazgeçilemeyeceği, niteliklerinden ötürü bir yıldan az süren mevsimlik veya kampanya işlerinde çalışanlara İş Yasası’nın yıllık ücretli izinlere ilişkin hükümleri uygulanmayacağı, işçilere verilecek yıllık ücretli izin süresi, hizmet süresi; bir yıldan beş yıla kadar (beş yıl dahil) olanlara ondört günden, beş yıldan fazla onbeş yıldan az olanlara yirmi günden, onbeş yıl (dahil) ve daha fazla olanlara yirmialtı günden az olamayacağı, ancak onsekiz ve daha küçük yaştaki işçilerle elli ve daha yukarı yaştaki işçilere verilecek yıllık ücretli izin süresi yirmi günden az olamayacağı, yıllık izin süreleri iş sözleşmeleri ve toplu iş sözleşmeleri ile artırılabileceği, işveren, yıllık ücretli iznini kullanan her işçiye, yıllık izin dönemine ilişkin ücretini ilgili işçinin izine başlamasından önce peşin olarak ödemek veya avans olarak vermek zorunda olduğu, yıllık izinlerin kullandırıldığını ispat yükü işverenin üzerinde olup işveren yıllık izinlerin kullandırıldığını imzalı izin defteri veya izin formu ya da işyeri giriş ve çıkış kartlarını gösteren çizelge gibi eşdeğer bir belge ile kanıtlayabileceği, dosya içeriğine göre, davacının hizmet süresine göre her bir yıllık dönem ayrı ayrı değerlendirildiğinde, davacının toplam 70 gün süreyle ücretli yılık izin kullanması gerekmekte olup 48 gün izin kullandığından 22 gün süreyle yıllık izin kullanmadığı ve bu sürenin karşılığı olan ücreti de alamadığı anlaşıldığından, istemin hükümde belirtilen tutarda kabulüne karar verildiği, davalı işveren vekili işçilik alacaklarının zamanaşımına uğradığını savunmuş, zamanaşımı def’inde bulunmuştur.
Kıdem tazminatı ve ihbar tazminatına ilişkin davalar, hakkın doğumundan (işçi açısından iş sözleşmesinin feshedildiği tarihten) itibaren, … yıllık zamanaşımına tabi olduğu, işçi ücretlerine ilişkin davalar beş yıllık özel bir zamanaşımı süresine tabi olduğu, fazla çalışma, hafta ve genel tatil alacakları bu tür alacaklardandır. Bu nedenle ıslahla istenen fazla çalışma, hafta ve genel tatil alacağının ıslah tarihinden geriye doğru beş yılın dışında kalan ve dava dilekçesinde istenen miktardan fazla olan kısmı zamanaşımına uğrayacağı, yıllık izin ücreti iş sözleşmesinin feshi ile muaccel olup dönemsel bir nitelik taşımadığından, 10 yıllık genel zamanaşımına tabi olduğu, dosya içeriğine göre, kıdem ve ihbar tazminatlarının zamanaşımına uğramadığı sonucuna varılmış, fazla çalışma ve hafta tatili ile ulusal bayram ve genel tatil alacaklarının zamanaşımına uğrayan kısmı hükümde gözetildiği,

Yargıtay’ın yerleşik uygulamasına göre, bir işçinin günlük normal çalışma süresinin üzerine sürekli olarak fazla çalışma yapması yaşamın olağan akışına aykırı olup hastalık, mazeret, izin gibi nedenlerle belirtilen şekilde çalışılamayan günlerin olması kaçınılmaz olduğundan tanık anlatımlarına göre belirlenen ücret alacakları için bilirkişi raporuna göre hesaplanan miktardan işçinin raporlu, mazeretli, izinli olduğu günler ile çalışılmayan günler göz önünde bulundurularak Türk Borçlar Yasası’nın 51 ve 52. maddeleri gereğince takdiren % 30 oranında hakkaniyet indirimi yapıldığı, ücret alacaklarında yapılan indirimler nedeniyle reddine karar verilen miktar bakımından kendisini vekille temsil ettirmiş olan davalı yararına vekâlet ücretine hükmedilmediği gerekçesi ile davanın kabulüne karar verilmiştir.
Temyiz : Karar süresi içinde davalı … vekili, davalı … Şirketi vekili, davalı…Şirketi vekili, davalı … Şirketi vekili, davalı …Şirketi tarafından temyiz edilmiştir.
Gerekçe : 1-Davalı … Şirketi bakımından, … Şirketi vekiline temyiz harcının yatırılmasına ilişkin muhtıranın tebliğine rağmen temyiz harcını yatırmadığı anlaşıldığından, usulüne uygun muhtıra tebliğine rağmen temyiz harcı tamamlanmadığından davalı … Şirketi’nin temyiz isteminden vazgeçmiş sayılmasına,
2- Dosyadaki yazılara, toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre davalı …’nin, davalı … Şirketi’nin, davalı… Şirketi’nin, davalı … Şirketi aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.
3- Fazla mesai ücreti, hafta tatili ücreti ve ulusal bayram genel tatil ücreti alacakları bakımından ıslahla artırılan miktarları da aşar şekilde hüküm kurulması yani talebin aşılması HMK’nun 26 maddesine aykırıdır ve hatalıdır.
4-Alt işverenlerin sorumlu oldukları hizmet süresi bakımından, dosyadaki davacıya ait hizmet döküm cetveli, … belgeleri ve sair bilgi ve belgelerden, davacının 31/12/2012 tarihine kadar alt işveren … Şirketinden bildirim yapılarak olarak davalı … nezdinde çalıştığı, ancak sonrasında 2013 yılında 45 gün de herhangi bir alt işveren nezdinde olmaksızın davalı …’de çalıştığı anlaşılmaktadır.
Davalı şirketler davacının bir alt işverenliğe bağlı olmaksızın sadece davalı …’de çalıştığı son 45 günlük hizmet süresinden sorumlu tutulmamış olup bu uygulama yerinde ise de;İhbar tazminatı ve yıllık izin ücreti feshe bağlı alacaklardan olup, bu alacaklardan sadece son işveren sorumlu tutulur. Davacının en son çalışması 2013 yılında 45 gün süre ile sadece davalı … nezdinde geçmesi ve bu dönemde herhangi bir alt işverene bağlı olmaksızın çalışması nedeni ile ihbar tazminatı ve yıllık izin ücretinden sadece davalı …’nin sorumlu olduğunun gözetilmemesi hatalıdır.
Ayrıca, her alt işveren, ihbar tazminatı ve yıllık izin ücreti haricindeki işçilik alacakları bakımından, davacının kendi bünyesinde çalıştığı hizmet süresi ile ve kendisinden önceki asıl işverenlik nezdinde diğer alt işverenlerde geçen hizmet süresinden sorumludur. Hesaplamaya esas ücret meblağı ise, kıdem tazminatı ve sair işçilik alacakları açısından her alt işverenin davacıyı kendi bünyesinde çalıtırdığı son ücrettir.
Ancak, fazla mesai gibi dönemler itibari ile hesaplanan işçilik alacaklarında önceki dönemlerin ücretinin tespitine ilişkin genel ilkeler de geçerlidir.Yukardaki açıklamalara göre temyiz eden davalıların sorumlulukları yeniden ele alınmalıdır.
5-Taraflar arasında, işçilik alacaklarının zamanaşımına uğrayıp uğramadığı konusunda uyuşmazlık bulunmaktadır.Zamanaşımı, alacak hakkının belli bir süre kullanılmaması yüzünden dava edilebilme niteliğinden yoksun kalmasını ifade eder.
Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere zamanaşımı, alacak hakkını sona erdirmeyip sadece onu “eksik bir borç” haline dönüştürür ve “alacağın dava edilebilme özelliği”ni ortadan kaldırır.Bu itibarla zamanaşımı savunması ileri sürüldüğünde, eğer savunma gerçekleşirse hakkın dava edilebilme niteliği ortadan kalkacağından, artık mahkemenin işin esasına girip onu incelemesi mümkün değildir.
Zamanaşımı, bir borcu doğuran, değiştiren ortadan kaldıran bir olgu olmayıp, salt doğmuş ve var olan bir hakkın istenmesini ortadan kaldıran bir savunma aracıdır. Bu bakımdan zamanaşımı alacağın varlığını değil, istenebilirliğini ortadan kaldırır. Bunun sonucu olarak da, yargılamayı yapan yargıç tarafından yürüttüğü görevinin bir gereği olarak kendiliğinden göz önünde tutulamaz. Borçlunun böyle bir olgunun var olduğunu, yasada öngörülen süre ve usul içinde ileri sürmesi zorunludur.
Demek oluyor ki zamanaşımı, borcun doğumu ile ilgili olmayıp, istenmesini önleyen bir savunma olgusudur. Şu durumda zamanaşımı, savunması ileri sürülmedikçe, istemin konusu olan hakkın var olduğu ve kabulüne karar verilmesinde hukuksal ve yasal bir engel bulunmamaktadır.Hemen belirtmelidir ki, gerek İş Kanununda, gerekse Borçlar Kanununda, kıdem ve ihbar tazminatı alacakları için özel bir zamanaşımı süresi öngörülmemiştir.

Uygulama ve öğretide kıdem tazminatı ve ihbar tazminatına ilişkin davalar, hakkın doğumundan itibaren, eski 818 sayılı Borçlar Kanununun 125 inci maddesi uyarınca … yıllık zamanaşımına tabi tutulmuştur. 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren yeni 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 146 ıncı maddesinde de genel zamanaşımı 10 yıl olarak belirlenmiştir.Tazminat niteliğinde olmaları nedeni ile sendikal tazminat, kötüniyet tazminatı, işe başlatmama tazminatı, 4857 sayılı İş Kanununun; 5 inci maddesindeki eşit işlem borcuna aykırılık nedeni ile tazminat, 26/2 maddesindeki maddi ve manevi tazminat, 28 inci maddedeki belgenin zamanında verilmemesinden kaynaklanan tazminat, 31/son maddesi uyarınca askerlik sonrası işe almama nedeni ile öngörülen tazminat istekleri … yıllık zamanaşımına tabidir.
Bu noktada, zamanaşımı başlangıcına esas alınan kıdem tazminatı ve ihbar tazminatı hakkının doğumu ise, işçi açısından hizmet aktinin feshedildiği tarihtir.Zamanaşımı, harekete geçememek, istemde bulunamamak durumunda bulunan kimsenin aleyhine işlemez.
Bir hakkın, bu bağlamda ödence isteminin doğmadığı bir tarihte, zamanaşımının başlatılması hakkın istenmesini ve elde edilmesini güçleştirir, hatta olanaksız kılar.İşveren ve işçi arasındaki hukuki ilişki iş sözleşmesine dayanmaktadır. İşçinin sözleşmeye aykırı şekilde işverene zarar vermesi halinde, işverenin zararının tazmini amacı ile açacağı dava da tazminat niteliğinde olduğundan … yıllık zaman aşımına tabidir.4857 sayılı Kanundan daha önce yürürlükte bulunan 1475 sayılı Yasada ücret alacaklarıyla ilgili olarak özel bir zamanaşımı süresi öngörülmediği halde, 4857 sayılı İş Kanunun 32/8 maddesinde, işçi ücretinin beş yıllık özel bir zamanaşımı süresine tabi olduğu açıkça belirtilmiştir.
Ancak bu Kanundan önce tazminat niteliğinde olmayan, ücret niteliği ağır basan işçilik alacakları ise 818 sayılı Borçlar Kanununun 126/1 maddesi uyarınca beş yıllık zamanaşımına tabidir. 01.06.2012 tarihinden sonra yürürlüğe giren 6098 Sayılı TBK.’un 147. Maddesi ise ücret gibi dönemsel nitelikte ödenen alacakların beş yıllık zamanaşımına tabi olacağını belirtmiştir.Kanundaki zamanaşımı süreleri, 6098 Sayılı TBK 148. Maddesi gereğince tarafların iradeleri ile değiştirilemez.İş sözleşmesi devam ederken kullanılması gereken ve iş sözleşmesinin feshi ile alacak niteliği doğan yıllık izin ücreti alacağının zamanaşımı süresinin fesih tarihinden başlatılması gerekir (HGK. 05.07.2000 gün ve 2000/9-1079 E, 2000/1103 K).
Sözleşmeden doğan alacaklarda, zamanaşımı alacağın muaccel olduğu tarihten başlar. (TBK. m. 149(818.BK.128). Türk Borçlar Kanununun 117 inci maddesi uyarınca, borcun muaccel olması, ifa zamanının gelmiş olmasını ifade eder. Borcun ifası henüz istenemiyorsa muaccel bir borçtan da söz edilemez.6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 151 inci maddesinde zamanaşımının nasıl hesaplanacağı belirtilmiştir. Bu maddenin birinci fıkrası, zamanaşımının alacağın muaccel olduğu anda başlayacağı kuralını getirmiştir(818 sayılı BK.128). Aynı yönde düzenleme 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 151 inci maddesinde yer almaktadır.
6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 152. maddesi gereğince, asıl alacak zaman aşımına uğradığında faiz ve diğer ek haklar da zamanaşımına, uğrar. Diğer bir deyişle faiz alacağı asıl alacağın tabi olduğu zamanaşımına tabi olur(818 sayılı BK.131).Türk Borçlar Kanunu’nun 154. maddesi (818 Sayılı BK 133/2) uyarınca, alacaklının dava açmasıyla zamanaşımı kesilir. Ancak zaman aşımının kesilmesi sadece dava konusu alacak için söz konusudur.6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 153/4 maddesinde “Hizmet ilişkisi süresince, ev hizmetlilerinin onları çalıştıranlardan olan alacakları için” zamanaşımının işlemeyeceği ve duracağı belirtilmiştir.

Bu maddenin iş sözleşmesiyle bağlı her kişiye uygulanması olanağı bulunmamaktadır. Hizmetçiden kastedilen, kendisine ev işleri için ücret ödenen, iş sahibiyle aynı evde yatıp kalkan, aileden biriymiş gibi ev halkı ile sıkı ilişkileri olan kimsedir(818 sayılı BK. Mad.132).6098 Sayılı TBK 154. Maddesinde (818 sayılı BK. 133) zamanaşımını kesen nedenler gösterilmiştir. Bunlardan borçlunun borcunu ikrar etmesi (alacağı tanıması), zamanaşımını kesen nedenlerden biridir. Borcun tanınması, tek yanlı bir irade bildirimi olup; borçlunun, kendi borcunun devam etmekte olduğunu kabul anlamındadır.
Borç ikrarının sonuç doğurabilmesi için, eylem yeteneğine ve malları üzerinde tasarruf yetkisine sahip olan borçlunun veya yetkili kıldığı vekilinin, bu iradeyi alacaklıya yöneltmiş bulunması ve ayrıca zamanaşımı süresinin dolmamış olması gerekir. Gerçekte de borç ikrarı, ancak, işlemekte olan zamanaşımını keser; farklı anlatımla zamanaşımı süresinin tamamlanmasından sonraki borç ikrarının kesme yönünden bir sonuç doğurmayacağından kuşku ve duraksamaya yer olmamalıdır.Aynı maddenin 2.fıkrası uyarınca, dava açılması veya icra takibi yapılması zamanaşımını kesen nedenlerdendir.
Kanunun 156. maddesi ise, zamanaşımının kesilmesi halinde yeni bir sürenin işlemesi gerektiğini açıkça belirtmiştir. Madde açıkça düzenlemediğinden ihtiyati tedbir istemi ile mahkemeye başvurma veya işçilik alacaklarının tespiti ve ödenmesi için Bölge Çalışma İş Müfettişliğine şikâyette bulunma zamanaşımını kesen nedenler olarak kabul edilemez. Ancak işverenin, şikâyet üzerine Bölge Çalışma Müdürlüğünde alacağı ikrar etmesi, zamanaşımını keser.Uygulamada, fazlaya ilişkin hakların saklı tutulması, dava açma tekniği bakımından, tümü ihlal ya da inkâr olunan hakkın ancak bir bölümünün dava edilmesi, diğer bölümüne ait dava ve talep hakkının bazı nedenlerle geleceğe bırakılması anlamına gelir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca benimsenmiş ilkeye göre, kısmi davada fazlaya ilişkin hakların saklı tutulmuş olması, saklı tutulan kesim için zamanaşımını kesmez, zamanaşımı, alacağın yalnız kısmi dava konusu yapılan miktar için kesilir.Zamanaşımı, dava devam ederken iki tarafın yargılamaya ilişkin her işleminden ve hâkimin her emir ve hükmünden itibaren yeniden işlemeye başlar ve kesilmeden itibaren yeni bir süre işler.6098 sayılı Türk Borçlar Kanunun 155. maddesi hükmü, “Zamanaşımı müteselsil borçlulardan veya bölünemeyen borcun borçlularından birine karşı kesilince, diğerlerine karşı da kesilmiş olur.” kuralını içermektedir.
Bu maddeye göre, müteselsil borçlulardan birine karşı zamanaşımının kesilmesi diğer müteselsil borçlulara karşı da zamanaşımını keser. (818 sayılı BK. Mad.134)Türk Borçlar Kanununun 160. maddesinde (818 Sayılı BK 139), zamanaşımından feragat düzenlenmiştir. Anılan maddeye göre, borçlunun zamanaşımı defini ileri sürme hakkından önceden feragati geçersizdir. Önceden feragatten amaç, sözleşme yapılmadan önce veya yapılırken vaki feragattir. Oysa daha sonra vazgeçmenin geçersiz sayılacağına ilişkin yasada herhangi bir hüküm bulunmamaktadır.
O nedenle borç zamanaşımına uğradıktan sonra borçlu zamanaşımı defini ileri sürmekten feragat edebilir. Zira, burada doğmuş bir defi hakkından feragat söz konusudur ve hukuken geçerlidir. Bu feragat; borçlunun, ileride dava açılması halinde zamanaşımı definde bulunmayacağını karşılıklı olarak yapılan feragat anlaşmasıyla veya tek yanlı iradesini açıkça bildirmesiyle veyahut bu anlama gelecek iradeye delalet edecek bir işlem yapmasıyla mümkün olabileceği gibi, açılmış bir davada zamanaşımı definde bulunmamasıyla veya defi geri almasıyla da mümkündür.

5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanununun 7 nci maddesinde, iş mahkemelerinde sözlü yargılama usulü uygulanır. Ancak 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 447 inci maddesi ile sözlü yargılama usulü kaldırılmış, aynı yasanın 316 ve devamı maddeleri gereğince iş davaları için basit yargılama usulü benimsenmiştir.Sözlü yargılama usulünün uygulandığı dönemde zamanaşımı def’i ilk oturuma kadar ve en geç ilk oturumda yapılabilir.
Ancak 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun yürürlükte olduğu dönemde 319 uncu madde hükmü uyarınca savunmanın değiştirilmesi yasağı cevap dilekçesinin verilmesiyle başlayacağından, zamanaşımı defi cevap dilekçesi ile ileri sürülmelidir. 01.10.2011 tarihinden sonraki dönemde ilk oturuma kadar zamanaşımı definin iler sürülmesi ve hatta ilk oturumda sözlü olarak bildirilmesi mümkün değildir.Dava konusunun ıslah yoluyla arttırılması durumunda, 1086 sayılı HUMK hükümlerinin uygulandığı dönemde, ıslah dilekçesinin tebliğini izleyen ilk oturuma kadar ya da ilk oturumda yapılan zamanaşımı defi de ıslaha konu alacaklar yönünden hüküm ifade eder.
Ancak Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun yürürlüğe girdiği 01.10.2011 tarihinden sonraki uygulamada, 317/2 ve 319. maddeler uyarınca ıslah dilekçesinin davalı tarafa tebliği üzerine iki haftalık süre içinde ıslaha konu kısımlar için zamanaşımı definde bulunulabileceği kabul edilmelidir.
Cevap dilekçesinde zamanaşımı defi ileri sürülmemiş ya da süresi içince cevap dilekçesi verilmemişse ilerleyen aşamalarda 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 141/2 maddesi uyarınca zamanaşımı defi davacının açık muvafakati ile yapılabilir.1086 sayılı HUMK yürürlükte iken süre geçtikten sonra yapılan zamanaşımı define davacı taraf süre yönünden hemen ve açıkça karşı çıkmamışsa (suskun kalınmışsa) zamanaşımı defi geçerli sayılmakta iken, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun uygulandığı dönemde süre geçtikten sonra yapılan zamanaşımı definin geçerli sayılabilmesi için davacının açıkça muvafakat etmesi gerekir.
Başka bir anlatımla 01.10.2011 tarihinden sonraki uygulamalar bakımından süre geçtikten sonra ileri sürülen zamanaşımı define davacı taraf muvafakat etmez ise zamanaşımı defi dikkate alınmaz.Zamanaşımı definin cevap dilekçesinin ıslahı yoluyla ileri sürülmesi de mümkündür (Yargıtay HGK. 04.06.2011 gün 2010/ 9-629 E. 2011/ 70. K.).Somut uyuşmazlıkta, davaya karşı zamanaşımının gözetildiği anlaşılmaktadır.Islaha karşı zamanaşımı bakımından ise, ıslah dilekçesinin taraflara tebliğ edilmeyerek savunma hakkının kısıtlandığı yönünde temyiz nedeni bulunmaktadır.
Davacı vekilinin ıslah dilekçesi 17/09/2014 tarihli celsede davalı … vekiline ve davalı … Şirketi vekiline elden tebliğ edilmiş, hazır bulunmayan diğer davalı vekillerine /vekili bulunmayan davalı asile ıslah dilekçesinin tebliğ edilip edilmediği dosya kapsamından anlaşılamamıştır.Davalı … vekili süresinde ıslaha karşı zamanaşımı savunması yapmıştır.
Mahkeme tarafından zamanaşımı savunmasının gözetildiği belirtilmesine rağmen zamanaşımına uğrayan kısmın nasıl gözetildiğinin denetime elverir şekilde zamanaşımına uğrayan ve uğramayan miktarlar ve neticeten elde edilen miktarlar belirtilerek ortaya konmaması da hatalıdır.Mahkeme tarafından yapılacak iş, ıslah dilekçesinin hangi davalıların vekillerine ve vekili yok ise hangi davalı asile tebliğ edildiğini dosya kapsamında yazılı olarak tespit ederek, tebliğ edilmemiş davalı vekili / davalı asil var ise ona tebliğ etmek, evvelce ya da bozma sonrasında yapılan/ yapılacak tebliğlere dair tebellüğ belgelerini dosyaya almak, süresi içinde ıslaha karşı zamanaşımı savunmasında bulunan davalıları tespit etmek, süresinde yapılan ıslaha karşı zamanaşımı savunmalarının diğer davalılara etkisini değerlendirmek ve zamanaşımı savunmasının alacak miktarlarına ve sonuca etkisini irdeleyerek bir hüküm kurmaktır.

Zamanaşımına uğrayan ve uğramayan miktarlar ile neeticeten ulaşılan miktarlar mahkeme kararında açıkça ortaya konmalıdır.Bu irdeleme ve tespitler ve neticeten varilan sonuç denetime elverişli olunmalıdır.
6-İş Kanunu’nun 6. maddesinin 1., 2., ve 3. fıkralarına göre devreden işverenin sorumluluğu devir tarihinden itibaren 2 yıl sürer. Bu Kanun hükmünün temyiz eden davalı alt işverenlerin her bir için ve her bir alacak kalemi itibari ile sorumluluklara etkisi irdelenmelidir.
7-Davacı işçinin fazla çalışma yapıp yapmadığı konusunda taraflar arasında uyuşmazlık bulunmaktadır.Fazla çalışma yaptığını iddia eden işçi bu iddiasını ispatla yükümlüdür. Ücret bordrolarına ilişkin kurallar burada da geçerlidir. İşçinin imzasını taşıyan bordro sahteliği ispat edilinceye kadar kesin delil niteliğindedir. Bir başka anlatımla bordronun sahteliği ileri sürülüp kanıtlanmadıkça, imzalı bordroda görünen fazla çalışma alacağının ödendiği varsayılır.
Fazla çalışmanın ispatı konusunda işyeri kayıtları, özellikle işyerine giriş çıkışı gösteren belgeler, işyeri iç yazışmaları delil niteliğindedir. Ancak, fazla çalışmanın yazılı belgelerle kanıtlanamaması durumunda tarafların, tanık beyanları ile sonuca gidilmesi gerekir. Bunun dışında herkesçe bilinen genel bazı vakıalar da bu noktada göz önüne alınabilir. İşçinin fiilen yaptığı işin niteliği ve yoğunluğuna göre de fazla çalışma olup olmadığı araştırılmalıdır.İmzalı ücret bordrolarında fazla çalışma ücreti ödendiği anlaşılıyorsa, işçi tarafından gerçekte daha fazla çalışma yaptığının ileri sürülmesi mümkün değildir.
Ancak, işçinin fazla çalışma alacağının daha fazla olduğu yönündeki ihtirazi kaydının bulunması halinde, bordroda görünenden daha fazla çalışmanın ispatı her türlü delille yapılabilir. Bordroların imzalı ve ihtirazi kayıtsız olması durumunda, işçinin bordroda belirtilenden daha fazla çalışmayı yazılı belge ile kanıtlaması gerekir. İşçiye bordro imzalatılmadığı halde, fazla çalışma ücreti tahakkuklarını da içeren her ay değişik miktarlarda ücret ödemelerinin banka kanalıyla yapılması durumunda, ihtirazi kayıt ileri sürülmemiş olması, ödenenin üzerinde fazla çalışma yapıldığının yazılı delille ispatlanması gerektiği sonucunu doğurmaktadır.
Somut uyuşmazlıkta, dosyadaki bilirkişi raporlarında açıklama kısmında kabul edilen fazla mesai süreleri açıklanmış ise de hesaplama her yıl 1. dönem ve 2. dönem şeklinde dönemler itibari ile ve denetime elverişsiz şekilde yapılmıştır. Hesaplama denetime açık, hesaplama unsurları her hafta için ayrı ayrı gösterilerek haftalık bazda yapılmalıdır.Ayrıca, davacının hangi dönemlerde fiilen hangi görevlerde çalıştığı, hangi görevlerde çalışırken haftada kaç gün hangi saatler arasında çalıştığı tespit edilmelidir.
Zira örneğin bir tanığın ifadesinde davacının zabıta üniforması ile büro görevlisi olarak çalıştığı belirtilmiştir. Ek olarak, davacının normal mesai dışında yaptığı etkinliklerde görev almak, cumartesileri kurulan pazar yerinde çalışmak gibi işleri ne sıklıkla ve gün içinde hangi saat aralıklarında yaptığının da tespiti gerekir. Bu hususların tespit edilebilmesi için bu hususlar taraflardan sorulmalı ve gerekirse taraf tanıkları yeniden dinlenmelidir.
Davacının fazla mesai ücreti hesabına esas hizmet süresi içinde belediye etkinliği, festival gibi nisan-kasım ayları arasında yapılan etkinliklerin, festivallerin hangi tarihlerde hangi saatler arasında hangi etkinliklerin yapıldığını Belediye’den ve Kaymakamlıktan sorarak ve belgeleri de istenerek, o günler için hesaplama yapılmalıdır.Festival ve sair Belediye etkinlikleri olmayan dönemler için normal çalışma saatleri dışında da fazla mesai yaptığının hesaplanması halinde hesaplamanın neye dayanarak hangi saatler arasında ne sıklıkla yapıldığı bilirkişi raporunda açıkça belirtilmeli ve haftalık bazda hesaplama unsurları da açıkça belirtilerek hesaplanıp ortaya denetime elverişli şekilde konmalıdır.
Eldeki dosyada mevcut bilirkişi raporlarında bu husus da eksik olmasına rağmen bu rapora dayanılarak hüküm kurulması hatalıdır.Ayrıca, eldeki dosya ile birlikte incelenen Dairemiz dosyalarındaki bilgi ve belgeler birlikte değerlendirildiğinde; davacı tanığı Mehmet’in beyanına göre nöbet tutan 10 zabıta memuru olduğu anlaşılmaktadır. Bu bakımdan, davacının üst paragrafta yer alan Nisan-Kasım ayları arası etkinliklerde/festivallerde hangi tarih ve saatlerde hangi etkinliklerde yer aldığı davalı …’den ve Kaymakamlık’tan sorulmalı, belgeleri de istenmelidir.
Davacının çalıştığı gün ve saatlerin bu şekilde tespit edilememesi durumunda üst paragraftaki araştırma sonucuna göre ve eldeki veriler uyarınca davacının çalışma sıklığı belirlenmelidir.
8-İşçiye, işyerinde çalıştığı sırada ara dinlenmesi verilip verilmediği ve süresi konularında taraflar arasında uyuşmazlık bulunmaktadır.İşçinin günlük iş süresi içinde kesintisiz olarak hiç ara vermeden çalışması beklenemez. Gün içinde işçinin yemek, çay, sigara gibi ihtiyaçlar sebebiyle ya da dinlenmek için belli bir zamana ihtiyacı vardır.Ara dinlenme 4857 sayılı İş Kanununun 68 inci maddesinde düzenlenmiştir.
Anılan hükümde ara dinlenme süresi, günlük çalışma süresine göre kademeli bir şekilde belirlenmiştir. Buna göre dört saat veya daha kısa süreli günlük çalışmalarda ara dinlenmesi en az onbeş dakika, dört saatten fazla ve yedibuçuk saatten az çalışmalar için en az yarım saat ve günlük yedibuçuk saati aşan çalışmalar bakımından ise en az bir saat ara dinlenmesi verilmelidir. Uygulamada yedibuçuk saatlik çalışma süresinin çok fazla aşıldığı günlük çalışma sürelerine de rastlanılmaktadır.

İş Kanununun 63 üncü maddesi hükmüne göre, günlük çalışma süresi onbir saati aşamayacağından, 68 inci maddenin belirlediği yedibuçuk saati aşan çalışmalar yönünden en az bir saatlik ara dinlenmesi süresinin, günlük en çok onbir saate kadar olan çalışmalarla ilgili olduğu kabul edilmelidir. Başka bir anlatımla günde onbir saate kadar olan (… bir saat dahil) çalışmalar için ara dinlenmesi en az bir saat, onbir saatten fazla çalışmalarda ise en az birbuçuk saat olarak verilmelidir.İşçi, ara dinlenme saatinde tamamen serbesttir. Bu süreyi işyeri içinde ya da dışında geçirebilir.
İşyerinde geçirmesi ve bu süre içinde çalışmaya devam etmesi durumunda ara dinlenmesi verilmemiş sayılır. Ancak işçi işyerinde kalsa bile, ara dinlenmesi süresini serbestçe kullanabilir, bu süre içinde çalışmaya zorlanamaz.
Ara dinlenmesi için ücret ödenmesi gerekmez. Ancak, bu süre işçiye dinlenme zamanı olarak tanınmamışsa, işçinin normal ücretinin ödenmesi gerekir. Bu sürenin haftalık 45 saati aşan kısmını oluşturması halinde ise, zamlı ücret ödenmelidir.Ara dinlenme süreleri kural olarak aralıksız olarak kullandırılır. Ara dinlenmesinin kullandırılması zorunlu ise de, bunun kullanılacağı zamanı belirlemek işverenin yönetim hakkıyla ilgilidir. İşçilerin tamamı aynı anda ara dinlenme zamanını kullanılabileceği gibi, belli bir plan dahilinde sırayla kullanmaları da mümkündür.
Ancak ara dinlenme süresinin, işe, ara dinlenme süresi kadar geç başlama veya aynı süreyle erken bırakma şeklinde kullandırılması doğru olmaz. Ara dinlenme süresinin günlük çalışma içinde belli bir zamanda amaca uygun şekilde kullandırılması gerekir(Yargıtay 9.HD. 17.11.2008 gün 2007/35281 E, 2008/30985 K.).İş Kanununa İlişkin Çalışma Süreleri Yönetmeliğinin 3 üncü maddesinin ikinci fıkrasında, ara dinlenmelerinin iklim, mevsim, yöredeki gelenekler ve işin niteliğine göre yirmidört saat içinde kesintisiz oniki saat dinlenme süresi dikkate alınarak verileceği hükme bağlanmıştır.
Değinilen maddenin birinci fıkrasında ise, ara dinlenme süresinin çalışma süresinden sayılmayacağı açıklanmıştır.Somut uyuşmazlıkta, 08:30-23:00 saatleri arasında yapılan görevin niteliği de gözetildiğinde bu çalışmadan günlük en az 3 saat ara dinlenmesi düşülmesi gerektiğinin gözetilmemesi, kabule göre, hatalıdır.
9- Fazla mesai ücretine dosyadaki bilirkişi raporlarında 08:30-23:00 saatleri arasındaki 14,5 saatlik çalışmadan 1,5 saat ara dinlenmesi düşüldüğü ve günlük 6 saat fazla mesai hesaplandığı belirtilmiştir. Oysa, 14,5 – 1,5 = 13 saat, 13-7,5= 5,5 saat günlük fazla mesai yapacağından, belirtilen günler için günlük 5,5 saat fazla mesai hesaplanması gerekirken 6 saat fazla mesai hesaplanması, kabule göre, hatalıdır.
10- Hükme esas bilirkiş raporunda, hafta tatili ücreti 2,5 yevmiye üzerinden, ulusal bayram genel tatil ücreti 2 yevmiye üzerinden hesaplanmıştır.Davacının, çalışmasa da kanun gereği alması gereken hafta tatili ücretini ve ulusal bayram genel tatil ücretini almadığına yönelik bir iddiası bulunmamaktadır. Yani davacı, bu günlerde alması gereken normal ücreti almadığını ileri sürmemiş, bu günlerde çalışması karşılığında alması gereken ücreti alamadığından bahis ile bu günlerde çalışması sonucu alması gereken ilave ücretini iddia ve talep etmiştir.
Ücretini alamadığını belirttiği 2013 yılındaki son 1,5 aylık dönemi ücretine ise ayrıca hükmedilmiştir. Bu nedenle, ulusal bayram genel tatil ücretinin 1 yevmiye, hafta tatil ücretinin ise 1,5 yevmiye üzerinden hesaplanması gerektiğinin düşünülmemesi hatalıdır.
11-Yukardaki temyiz nedenleri kapsamında yeniden kurulacak olan hükümde, eldeki temyiz edenlere göre oluşan usuli müktesep haklar da gözetilmelidir.
12- Yeniden kurulacak olan hükümde, yeni hüküm tarihinde geçerli olan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi ile hüküm altına alınan ve reddilen miktarlara göre tüm taraflar açısından vekalet ücretinin yeniden değerlendirilmesi gerekeceği gözden kaçırılmamalıdır.
SONUÇ : Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı sebeplerden dolayı BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgililere iadesine 17/05/2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
Bu konu hakkında benzer makaleler için tıklayın