Eşini boğarak öldürme ve Meşru savunma
Ceza Genel Kurulu
Esas : 2015/424 Karar : 2018/399
“İçtihat Metni”
Kararı verenYargıtay Dairesi : 1. Ceza DairesiMahkemesi : Ağır CezaSayısı : 115-158
Sanık …’ın, nitelikli kasten öldürme suçundan TCK’nın 82/1-d, 29, 62/1, 53 ve 63. maddeleri uyarınca 15 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna ve mahsuba ilişkin Eskişehir 2. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 27.12.2011 tarihli ve 229-308 sayılı resen temyize tabi hükmün, sanık müdafisi tarafından da temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 1. Ceza Dairesince 22.01.2013 tarih ve 2569-376 sayı ile;”…
Oluşa, kabule ve dosya içeriğine göre; öldürülen … ile …. uzun yıllardır evli olmalarına karşın aralarında şiddetli geçimsizlik nedeni ile boşanma davası bulunmakta olup öldürülen …’ın daha önce sistematik şekilde eşine, babasına ve ailesinin diğer bireylerine orantısız şiddet uyguladığı anlaşılmıştır. Öldürülen hakkında, daha önce aile mahkemesi tarafından eşine uyguladığı şiddet nedeniyle aleyhine evden uzaklaştırılma kararı verilmiş, ayrıca bu nedenden ötürü sabıkasına konu cezası bulunmaktadır. Kendisi, aile sorumluluklarını yerine getirmeyen, aşırı şiddet yanlısı ve alkolik olup, olumsuz bir kişiliğe sahiptir.
Öldürülenin babası olan tanık Ahmet, yargılama sürecinde maktulün bu kişiliğini ayrıntılı bir şekilde anlatmış ve bir keresinde de etkili eylemde bulunarak gözünü kör ettiğini belirtmiştir. Olay günü öldürülen, bir süre evde alkol aldıktan sonra, porno CD izlerken, sanığı da birlikte izlemeye zorlamış, ayrıca cinsel ilişki teklifinde bulunmuş, ret cevabı alınca da, sanığa karşı zor kullanmaya kalkışmış, eline geçirdiği sanığa ait tülbenti, sanığın boynuna dolamak suretiyle boğmaya çalışmış, bu sırada karşılıklı boğuşmalar olmuş, sanık alkollü olan öldürüleni itmesi neticesi düşmesi üzerine, eşarbı eline geçirerek onu boğmak suretiyle öldürmüştür.
Olayın meydana geldiği oturma odasında aşırı boğuşmayı gösteren dağınıklık bulunduğu gibi, sanığın vücudunun muhtelif yerlerinde, özellikle kalça ve bacağında ekimotik alanlar da oluştuğu, öldürülenin çırılçıplak soyunuk olduğu, boğuşmanın geçtiği odanın giriş istikametine göre sol duvarına paralel olan kanepeye baş kısmı temas eder vaziyette dizlerinin üzerine çöker konumda olduğu, yanında, 118 cm uzağında bir bıçağın bulunduğu, ayrıca odada bulunan DVD oynatıcının güç ışığının açık olup çalışmaya hazır vaziyette, CD’nin de porno içerikli olduğu, Adli Tıp Kurumu Kimya İhtisas Dairesi Toksikoloji Şubesinin 05.08.2011 tarih ve 2521 sayılı raporuna göre de öldürülenin kanında 227mg/dl etanol bulunduğu belirlenmiştir.
Öldürülenin, sanığın zorla ırzına geçmeye kalkıştığı, bu eyleminin 5237 sayılı Türk Ceza Yasası‘nın 102/2. maddesinde tanımlanan cinsel saldırı suçunu oluşturduğu, ayrıca eline geçirdiği tülbenti sanığın boğazına dolaması, daha önce maktül tarafından ağır şiddete maruz kalan sanıkta ölüm korkusu yarattığı açıktır. TCK’nın 25/1. maddesinde sanığın cinsel bütünlüğüne ve yaşamına yönelik ağır bir saldırının defedilmesi için sanığın gerçekleştirdiği eylemin yasal savunma sınırları içinde kaldığının değerlendirilmesi gerekir iken, yazılı şekilde tahrik hükümleri uygulanarak sanığa ceza verilmesi” isabetsizliğinden bozulmasına oy çokluğuyla karar verilmiş,
Daire Üyeleri M. Şahin ve E. Yeşil; “Sanık ile maktulün uzun süredir evli olup aralarında geçimsizlik olduğu, maktulün zaman zaman alkol alıp eş ve çocuklarına karşı şiddet uyguladığı, boşanma davası açılmasına rağmen birlikte yaşadıkları, tanığı bulunmayan olayda sanığın savunmasına göre; sanık ‘Olay geçesi maktulün alkol aldıktan sonra eşine porno film izlettirmek isteyerek cinsel ilişkide bulunmayı teklif ettiği, sanığın bu teklifi kabul etmediği bu nedenle tartıştıkları, sanığın kendisini ölümle tehdit ederek boğazını sıktığı, kafasına vurduğu, başındaki eşarbı alarak ‘Seni boğacağım’ diyerek boğazına sarmaya başladığında onu iterek yere düşürdüğünü, kendisini öldüreceği korkusu ile eşarbı eşinin boynuna dolayarak sıktığını, hareketsiz kalınca kayınpederine haber verdiğini’ beyan etmiştir.
Olay yeri inceleme raporuna göre; dört odalı evin yatak odasındaki eşyanın kısmen dağınık olup oturma odasında maktulün tamamen çıplak olarak başı kanepeye dayalı, dizlerinin üzerine çöker durumda olduğu, boğazına tülbentin iki kez sarıldıktan sonra tek düğüm olarak ense kısmından sıkı şekilde bağlı olduğu tesbit edilmiştir.Otopsi raporunda; maktulun 43 yaşında, 1.8 m boyunda, 80-85 kg ağırlığında olduğu, ölümün elle ya da bağla boğmaya bağlı mekanik asfiksi sonucu meydana geldiği, kanında 227 mg etanol olduğu kayıtlıdır.
Sanığın adli muayene raporunda; boynunun sağ tarafında ve sol baldırında hafif kızarıklık bulunduğu, başkaca darp cebir izi olmadığı anlaşılmaktadır.Sanık ve müdafisi eylemin meşru savunma koşulları içinde gerçekleştirildiğini savunmuştur.Dairemizin yerleşik uygulamaları ve öğretideki görüşlere göre yasal savunma koşulları;
A- Saldırıya ilişkin koşullar;
1- Haksız bir saldırının olması
2- Saldırının kişin kendisine veya başkasına ait bir hakka yönelik olması
3- Saldırının varlığının hâlen devam etmesi veya tekrar başlamasının muhtemel olması
B- Savunmaya ilişkin koşullar;
1- Saldırıya karşı savunmanın zorunlu olması
2- Savunma ile saldırının orantılı olması
3- Savunma ile saldırının eş zamanlı olması, gerekmektedir.Maddi delillerle çelişmeyen, hayatın olağan akışına uygun savunmaya itibar etmek suçsuzluk karinesinin bir sonucudur. Ancak dava konusu olayda sanığın savunması ile maddi delillerin örtüşmediği de bir gerçektir. Zira orta yaşlarda gücü kuvveti yerinde olan maktulün sanığa saldırması ve öldürmek istemesi hâlinde ciddi şekilde yaralanması gerekli iken maktul hafif şekilde yaralanmıştır.
Tarafların tartışması ve sanığın basit şekilde yaralanması saat 23.00’ten sonra yatak odasında gerçekleşmiş iken, boğmak sureti ile öldürme oturma odasında saat 05.00 sıralarında gerçekleştirilmiş olup, kayınpederine 07.00 sıralarında haber verilmiştir. Maktulün boğazına tülbent iki kat hâlinde arkadan düğüm atmak suretiyle sıkı şekilde bağlanmıştır.
Maktulün baş bölgesinde darp izi yoktur. Sanığın savunduğu gibi itilme sonucu yere düşerek kafasını çarpıp şuurunu kaybetmesi söz konusu değildir. Sanığın kendisinden daha güçlü olan yanı başında ekmek bıçağı bulunan maktulü otopsi tutanağında tesbit edildiği şekilde boğarak öldürmesi olanaklı olmadığına göre, eylem maktulün çok miktarda alkol alıp sabaha doğru sızdıktan sonra arkasına dolanıp tülbenti boynuna sararak sıkıca bağlamak suretiyle gerçekleştirilmiştir.
Bu şekilde yasal savunmadaki; saldırının hâlen devam etmesi veya tekrarının muhakkak olması, savunma ile saldırının eş zamanlı olması, savunma ile saldırının orantılı olması koşullarının gerçekleşmediği anlaşıldığından, yerel mahkemenin eylemin haksız tahrik koşulları altında işlendiğine dair kabulü yasaya uygun olup dosya içeriğine uygun düştüğünden kararın onanması gerektiği” görüşüyle karşı oy kullanmışlardır.
Bozmaya uyan Eskişehir 2. Ağır Ceza Mahkemesince 25.04.2013 tarih ve 115-158 sayı ile, sanığın eylemini meşru savunma sınırları içinde gerçekleştirdiği kabul edilerek TCK’nın 25/1. maddesi uyarınca sanık hakkında ceza verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir.Bu hükmün de sanık müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine, dosyayı inceleyen Yargıtay 1. Ceza Dairesince 18.02.2015 tarih ve 2589-810 sayı ile; “…
1) Sanık … ile maktul …’ın resmî nikâhlı evli oldukları, maktulün sürekli alkol aldığı ve eşi ile çocuklarına karşı şiddet uyguladığı, olay günü de maktulün eve alkollü olarak geldiği, evde de alkol almaya devam ettiği, porno film seyrettiği, sanığı da seyretmesi için zorladığı, kendisi ile cinsel ilişkiye girmek istediği, sanığın kabul etmemesi üzerine sanığı dövdüğü ve boğazını sıktığı, sanığın da maktulden kaynaklanan haksız tahrik altında ele geçirdiği tülbenti maktulün boğazına iki kez dolayıp arkadan düğüm atmak suretiyle maktul olan eşini boğarak öldürdüğü olayda, sanığın eylemine uyan kasten eşini öldürme suçundan TCK’nın 82/1-d, 29 ve 62. maddeleri uyarınca cezalandırılması, haksız tahrikin ulaştığı boyut nazara alınarak tahrik nedeniyle 5237 sayılı TCK’nın 18 yıldan 24 yıla kadar hapis cezası öngören 29. maddesi uyarınca azami miktarda indirim yapılması gerektiği düşünülmeksizin yazılı şekilde hüküm kurulması,
2) Kabule göre de; sanık …’nin eylemi ile ilgili olarak, sanık hakkında hukuka uygunluk nedeniyle 5237 sayılı TCK’nın 25/1 ve 5271 sayılı CMK’nın 223/2-d maddeleri uyarınca beraat kararı verilmesi ile yetinilmesi gerektiğinin gözetilmemesi” isabetsizliklerinden bozulmasına karar verilmiştir.Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 20.03.2015 tarih ve 179062 sayı ile; “…Öldürülenin, sanığın zorla ırzına geçmeye kalkıştığı, bu eyleminin 5237 sayılı Türk Ceza Yasası’nın 102/2. maddesinde tanımlanan cinsel saldırı suçunu oluşturduğu, ayrıca eline geçirdiği tülbenti sanığın boğazına dolaması, daha önce maktul tarafından ağır şiddete maruz kalan sanıkta, ölüm korkusu yarattığı açıktır.
TCK’nın 25/1. maddesinde sanığın cinsel bütünlüğüne ve yaşamına yönelik ağır bir saldırının defedilmesi için sanığın gerçekleştirdiği eylemin yasal savunma sınırları içinde kaldığı anlaşıldığından yerel mahkemece sanık hakkında verilen TCK’nın 25/1. maddesi uyarınca ceza verilmesine yer olmadığına ilişkin kararın, sanık hakkında hukuka uygunluk nedeniyle 5237 sayılı TCK’nın 25/1 ve 5271 sayılı CMK’nın 223/2-d maddeleri uyarınca beraat kararı verilmesi şeklinde düzeltilerek onanmasına karar verilmesi gerektiği” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
5271 sayılı CMK‘nın 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 1. Ceza Dairesince 15.04.2015 tarih ve 2030-2339 sayı ile, itiraz nedenlerinin yerinde görülmemesi üzerine Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINACEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın eylemini meşru savunma şartları altında gerçekleştirip gerçekleştirmediğinin belirlenmesine ilişkindir.İncelenen dosya kapsamından;23.04.2011 tarihli olay yeri inceleme ve ölü muayene tutanağında;
Eskişehir ili, Alpu ilçesi, Karakamış köyünde bir şahsın ölü olarak bulunduğunun bildirilmesi üzerine olay yerine gidildiği, olayın meydana geldiği dört odalı, müstakil evin bahçesinde rastgele atılmış tencere, piknik tüpü, tabak, çatal ve kaşık bulunduğu, ev içerisinde soldaki odada başı kanepeye dayalı, diz üstü çökmüş pozisyonda, boynunda yazma bağlı, ağzı hafif açık, dili dişleri arasına sıkışmış, çıplak bir erkek cesedinin görüldüğü, cesedin yanında iki adet boş bira, bir adet boş rakı şişesi, kanepenin üzerinde içerisinde izmarit bulunan kül tablası, iki adet cep telefonu, çay bardağı, kısmen tüketilmiş peynir, cesedin yaklaşık bir metre solunda yerde üzerinde parmak izi bulunmayan bir adet meyve bıçağı bulunduğu, cesedin yer aldığı odanın dağınık olduğu, odada bulunan televizyona bağlı DVD oynatıcının güç ışığının yandığı, cihazda bulunan diskin pornografik film içerdiği, evin girişine göre sağda yer alan odanın dağınık, katlanmış halı ve yollukların yere devrilmiş, çarşaf, yorgan ve iki yastığın yatağın üzerinden kayarak yere düşmüş olduğunun ifade edildiği,Aynı tarihli ölü muayene ve otopsi raporunda; 180-185 cm boylarında, 75-80 kg ağırlığındaki erkek cesedinin boyun bölgesinde, boynu çepeçevre saran 3-5 cm kalınlığında telem izi, sağ küçük parmakta 0,2 cm uzunluğunda taze sıyrık, sol el küçük parmakta 0,2 cm, sağ ve sol ayakta 0,2 cm uzunluğunda iki adet kurutlu yara bulunduğu, boyundaki hyoid kemiğin sol boynuzunun orta hattından kırılmış olduğu, maktulün kanında 227 mg/dl etanol bulunduğu, maktulün elle ya da bağla boğmaya bağlı mekanik asfiksi sonucu öldüğü bilgilerine yer verildiği,
Sanık … hakkında Alpu Devlet Hastanesince düzenlenen 23.04.2011 tarihli raporda; şahsın boynunda ve sol bacağının arka kısmında hafif kızarıklık bulunduğunun belirtildiği,Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) sistemi üzerinde yapılan sorgulamada; sanık ile maktulün 19.08.1985 tarihinde evlendikleri, olay tarihinde 22 yaşında olan Aytaç ile 25 yaşında olan ….. isimli iki çocuklarının bulunduğu, Maktulün, Eskişehir (Kapatılan) 1. Sulh Ceza Mahkemesinin 03.04.2008 tarihli ve 146-272 sayılı kararı ile eşi sanık …, kızı ….., oğlu ….’ı kasten yaralama suçundan, Eskişehir (Kapatılan) 3. Sulh Ceza Mahkemesinin 29.01.2009 tarihli ve 385-70 sayılı kararı ile sanığı tehdit suçundan mahkûm edildiği hapis cezalarına ilişkin hükümlerin açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiği,Eskişehir 3. Aile Mahkemesinin 07.01.2008 tarih ve 1-1 sayı ile maktul hakkında sanık ve çocuklarına yaklaşmaması, sözle ya da iletişim araçlarıyla rahatsız etmemesi yönünde koruma kararı verildiği, Anlaşılmaktadır.
Tanık …; maktulün babası olduğunu, gelini olan sanık …’ın, olay sabahı kendisini telefonla arayarak, evlerine çağırdığını, evin kapısında kendisini karşılayan sanığın, “Baba, oğlun yine çok alkol aldı, bana dayak attı, işkence yaptı, ben de ….’ı başörtümle boğdum” dediğini, eve girdiğinde maktulü evin salonunda çıplak vaziyette gördüğünü, maktulün sanığa ve kendisine çok eziyet ettiğini, maktulün kendisini darbetmesi sonucu bir gözünün kör olduğunu, bu durum dayanılmaz bir hâl alınca muhtarlıkta yatıp kalkmaya başladığını, Tanık ….; maktulün oğlu olduğunu, olay sırasında evde bulunmadığını, sürekli alkol alan maktulün, kendilerini, sanığı ve kendi babasını dövdüğünü, bir günlerinin bile rahat geçmediğini,
Tanık ….. Demircan; maktulün kızı olduğunu, olay sırasında yüksek öğrenim gördüğü Çanakkale’de bulunduğunu, küçüklüklerinden beri kardeşi ile birlikte maktulün şiddetine maruz kaldıklarını, maktulün benzer şekilde eşi olan sanığa da sürekli eziyet ettiğini, dövdüğünü, boğmaya çalıştığını, maktulün sanığı başka erkelere satmaya kalkıştığını, Tanıklar Mustafa Öztürk, Süleyman Şeker ve Hatice Şeker; sanığın ve maktulün köyden komşuları olduklarını, maktulün çok alkol aldığını, sarhoş olduğunda köylüyü ve sanığı rahatsız ettiğini, tanık Süleyman Şeker ayrıca; birkaç defa sanığı yüzü morarmış şekilde gördüğünü, Tanık Mehmet Yüce; maktulün oğlu Aytaç ile sınıf arkadaşı olduğunu, evlerine zaman zaman gittiğinde sanığın yüzünü morarmış şekilde gördüğünü, yine misafir olarak evlerinde bulunduğu bir akşam, eve sarhoş gelen maktulün, sanığa saldırıp, boğazını sıktığını, “Seni satacağım, yürü gidiyoruz.” şeklinde sözler sarf ettiğini,Tanık Kübra Beker ve Aysun Mercaner;
maktulün oğlu Aytaç ile iş arkadaşı olduklarını, maktulden dayak yiyen sanığın zaman zaman iş yerine gelerek oğlunun yanına sığındığını, bir keresinde iş yerine gelen maktulün bağırıp çağırarak rezalet çıkardığını, tanık Kübra Beker ayrıca; maktulün sanığı öldürmekle tehdit ettiğini,İfade etmişlerdir.Sanık … kollukta; maktul ile Karakamış köyündeki evde ikamet ettiğini, 22.04.2011 günü saat 23.00 sıralarında maktulün sarhoş olarak eve geldiğini, pornografik bir film izlemeye başladığını, soyunduğunu, bir yandan alkol almaya devam edip bir yandan da, filmi kendisine de izlettirmeye çalıştığını, kabul etmemesi üzerine bağırıp küfretmeye başladığını, sabah 06.00’ya kadar alkol almayı sürdüren maktulün kendisiyle zorla cinsel ilişkiye girmeye çalıştığını, maktule direndiğini, bu sırada maktulün “Borcum var, seni satacağım” diye bağırdığını, kendisinin mukavemet göstermesi üzerine, boğazını sıkmaya ve başına vurmaya başladığını, maktulün başındaki örtüyü çekip alarak kendisini boğacağını söylerek, başörtüsünü boğazına sarmaya çalıştığını, korktuğunu, kendisini kaybedip maktulü iteklediğini, yere düşen maktulün ayağa kalkmaya çalışması üzerine elindeki başörtüsünü alarak maktulün boynuna dolayıp sıkmaya başladığını, maktulü öldürmek istemediğini, kendisinden güçlü olan maktulün, kendisini öldürmesinden korktuğu ve yerden kalkmaması için böyle bir şey yaptığını, pişman olduğunu,
Savcılıkta; maktul ile 27 yıldır evli olduğunu, evlendikten birkaç yıl sonra maktulün aşırı miktarda alkol almaya başladığını, kendisine, çocuklarına ve babasına da şiddet uyguladığını, maktulün babasının gördüğü bu şiddet nedeniyle sol gözünü yitirdiğini, maktul hakkında mahkûmiyet ve evden uzaklaştırma kararları bulunduğunu, 3-4 yıl önce boşanma davası açtığını ancak çaresizlikten tekrar maktulle birlikte yaşamaya başladığını, olay gecesi alkollü olan maktulün kendisine saldırıp ilişkiye girmek istemesi üzerine çıkan arbedede, maktulün kendisine kötülük etmesinden korktuğu için o şekilde davrandığını, olay yerine çağırdığı kayınbabası Ahmet’in maktulün cesedini gördükten sonra “Bunun öldüğüne üzülmem ama sana üzülürüm” dediğini,
Sorguda ve mahkemede; maktulün kendisini fuhşa zorladığını, bu maksatla Eskişehir il merkezinde yol kenarında otostop yapması için kendisine baskı yaptığını, çektiği eziyetin tahammül edilemez boyuta ulaştığını, olay gecesi yaşanan arbede sırasında maktulün kendisini dövdüğünü, boğazını şiddetli bir şekilde eliyle ve başörtüsüyle sıktığını, kendisini korumak için bu şekilde hareket ettiğini, pişman olduğunu, Savunmuştur
Meşru savunma, 5237 sayılı TCK’nın birinci kitabının, ikinci kısmının, “Ceza Sorumluluğunu Kaldıran veya Azaltan Nedenler” başlıklı ikinci bölümünde, 25. maddenin 1. fıkrasında; “Gerek kendisine ve gerek başkasına ait bir hakka yönelmiş, gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırıyı o anda hal ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde defetmek zorunluluğu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez” şeklinde bir hukuka uygunluk nedeni olarak düzenlenmiştir. Anılan düzenlemeye göre, meşru savunmanın kabulü için saldırının “korunmaya değer nitelikteki herhangi bir hakka yönelmiş olması” yeterli görülmüştür.
Öğretide; “Bir kimsenin, kendisini veya başkasını hedef alan bir tecavüz, saldırı karşısında, savunma amacına matuf olarak ve bu saldırıyı defedecek ölçüde kuvvet kullanması” (İzzet Özgenç, Türk Ceza Kanunu Gazi Şerhi, Adalet Bakanlığı Yayınları, 3. Bası, Ankara, 2006, s. 364.); “Bir kimsenin kendisine veya başkasına yöneltilen ağır ve haksız bir saldırıyı uzaklaştırmak amacıyla gösterdiği zorunlu tepki” (Kayıhan İçel, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Beta Yayınları, İstanbul, 2014, s. 307.); “Kişilerin saldırıya karşı verdikleri kendini veya diğer bir insanı koruma içgüdüsünden kaynaklanan doğal tepkinin hukuken meşru görülmesi” (Osman ….-Hasan Tahsin Gökcan-Mustafa Artuç, Yorumlu Uygulamalı Türk Ceza Kanunu, Adalet Yayınevi, 2. Bası, Ankara, 2014, s. 697.) şeklinde, 765 sayılı TCK’nın yürürlükte olduğu dönemde Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararlarında “Bir kimsenin ağır ve haksız bir tecavüzü kendisinden veya başkasından uzaklaştırmak amacı ile gösterdiği zorunlu tepki” olarak tanımlanan meşru savunma; bir kimsenin, gerek kendisine gerek başkasına ait bir hakkı hedef alan, gerçekleşen ya da gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırıyı, saldırı ile eşzamanlı olarak hâl ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde, kendisinden veya başkasından uzaklaştırmak mecburiyetiyle saldırıda bulunan kişiye karşı işlediği ve hukuk düzenince meşru kabul edilen fiillerdir.
Gerek öğretide, gerekse yargısal kararlarda vurgulandığı üzere; 5237 sayılı TCK’nın 25/1. maddesinde düzenlenen ve hukuka uygunluk nedenlerinden birini oluşturan meşru savunma, hukuka aykırılığı ortadan kaldırmakta ve bu nedenle eylemi suç olmaktan çıkarmaktadır. Bir olayda meşru savunmanın oluştuğunun kabul edilebilmesi için saldırıya ve savunmaya ilişkin şartların birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir.
1- Saldırıya ilişkin şartlar:
a) Bir saldırı bulunmalıdır.
b) Bu saldırı haksız olmalıdır.
c) Saldırı meşru savunma ile korunabilecek bir hakka yönelik olmalıdır. Bu hakkın, kişinin kendisine veya bir başkasına ait olması arasında fark yoktur.
d) Saldırı ile savunma eş zamanlı bulunmalıdır.
2- Savunmaya ilişkin şartlar:
a) Savunma zorunlu olmalıdır. Zorunluluk ile kastedilen husus, failin kendisine veya başkasına ait bir hakkı koruyabilmesi için savunmadan başka imkânının bulunmamasıdır.
b) Savunma saldırana karşı olmalıdır.
c) Saldırı ile savunma arasında oran bulunmalıdır. Savunmanın, meşru savunma şartlarının bulunduğu sırada başladığı, ancak orantılılık ilkesinin ihlal edilmesi nedeniyle meşru savunmanın gerçekleştiğinin kabul edilmediği durumlarda, “sınırın aşılması” söz konusu olabilmektedir.
Sınırın aşılması, 5237 sayılı TCK’nın 27. maddesinde; “(1) Ceza sorumluluğunu kaldıran nedenlerde sınırın kast olmaksızın aşılması halinde, fiil taksirle işlendiğinde de cezalandırılıyorsa, taksirli suç için kanunda yer alan cezanın altıda birinden üçte birine kadarı indirilerek hükmolunur.(2) Meşru savunmada sınırın aşılması mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan ileri gelmiş ise faile ceza verilmez” şeklinde düzenlenmiştir.
Hukuka uygunluk nedeninin bulunması, eylemin suç olmasını engelleyeceğinden, fail hakkında 5271 sayılı CMK’nın 223. maddesinin 2. fıkrasının (d) bendi uyarınca beraat kararı verilecektir. Buna karşın, “sınırın aşılması” bir hukuka uygunluk nedeni olmayıp TCK’nın 27. maddenin 1. fıkrasındaki durum itibarıyla kusurluluğu azaltan, 27. maddenin 2. fıkrasındaki durum itibarıyla da kusurluluğu ortadan kaldıran nedenlerden bir tanesidir.
Başka bir deyişle, hukuka uygunluk nedenlerinde sınırın kast olmaksızın aşılması hâlinde “beraat” kararı değil, anılan maddenin 1. fıkrasına göre indirimli ceza veya 2. fıkrasına göre CMK’nın 223. maddesinin 3. fıkrasının (c) bendi gözetilerek “ceza verilmesine yer olmadığı” kararı verilecektir. TCK’nın 27. maddesinin 1. fıkrasında, fail bir hukuka uygunluk nedeninin sınırını aşmakta ise de, bunu bilerek ve isteyerek yani kasten yapmamaktadır.
Ancak, fiil taksirle işlendiğinde de cezalandırılabiliyorsa, fail sınırı kast olmaksızın aşmış olması dolayısıyla taksirinden sorumlu tutulmaktadır.5237 sayılı TCK’nın 27. maddesinin 2. fıkrasında, hukuka uygunluk nedenlerinden sadece meşru savunma için sınırın aşılmasına ilişkin özel bir düzenleme öngörülmüştür. Buna göre bu hükmün uygulanabilmesi için;
1- Meşru savunma ile korunabilecek bir hakkın bulunması,
2- Saldırıya ilişkin şartların var olması,
3- Savunmaya ilişkin şartlardan “ölçülülük ya da orantılılık” şartının, savunma lehine ihlal edilmesi suretiyle sınırın aşılması,
4- Sınırın aşılmasının mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan ileri gelmesi gerekmektedir. Tüm bu şartların birlikte gerçekleşmesi hâlinde, meşru savunmada sınırı aşan faile CMK’nın 223/3-c maddesi uyarınca ceza verilmeyecektir. Bu durumda, kişinin, maruz kaldığı saldırı karşısında içine düştüğü heyecan, korku veya telaş dolayısıyla davranışlarını yönlendirme yeteneğinin ortadan kalkması söz konusu olacağından, meşru savunmada sınırın aşılmasından dolayı kusurlu sayılmayacağı kabul edilir.
Dolayısıyla, belirleyici olan maruz kalınan saldırının kişiyi içine düşürdüğü psikolojik durumdur. Zira kişi sırf maruz kaldığı saldırının etkisiyle, “heyecan, korku veya telaşa” kapılarak meşru savunmanın sınırlarını aştığında bu maddeden yararlanabilecek, buna karşılık saldırının etkisinin yanında, saldırıdan kaynaklanmış olsa bile, öfke gibi nedenlerle sınır aşıldığında ise aynı korumadan faydalanılması söz konusu olmayacaktır. Başka bir deyişle, failin amacı, saldırının defedilmesinden çok, kin duygusunu tatmine yönelik ise meşru savunmada sınırın aşılması değil, ancak haksız tahrik söz konusu olabilecektir.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Sanık … ile maktulün yaklaşık 25 yıldır evli oldukları, bu evliliklerinden biri yükseköğrenim gören diğeri iş hayatına atılmış yetişkin iki çocuklarının bulunduğu, Eskişehir ili, Alpu ilçesi, Karakamış köyündeki müstakil evlerinde ikamet ettikleri, alkol alışkanlığı bulunan maktulün sarhoş olduğu zamanlarda sanığa ve çocuklarına şiddet uyguladığı, bu durumun UYAP sisteminden temin edilen mahkeme kararları, sanık …, maktulün babası Ahmet, kızı ….., oğlu Aytaç ve köydeki komşularının beyanlarıyla da doğrulandığı, 22.04.2011 günü saat 23.00 sıralarında alkollü olarak eve gelen maktulün, salonda alkol almaya devam ettiği ve pornografik içerikli film izlemeye başladığı, evde sanık ile maktulden başka kimsenin olmadığı, maktulün ilerleyen saatlerde yatak odasında yatmakta olan sanığın yanına giderek sanıkla cinsel ilişki kurmak istediği, sanığın kabul etmemesi üzerine yatak odasında başlayan tartışma sırasında yaşanan arbedede yatağın üzerindeki çarşaf, yastık ve yorganın yere kayıp düştüğü, duvara dayalı ve sarılı hâldeki halıların yere devrildiği, yatak odasındaki tartışmanın sonlanmasından sonra maktulün evin salonuna geçerek alkol almaya ve film izlemeye devam ettiği, sabaha karşı aldığı alkolün tesiriyle sızan maktulün bulunduğu odaya gelen sanığın, başörtüsünü maktulün boynuna birkaç kez dolayıp sıkıca bağlamak suretiyle maktulü boğarak öldürdüğü olayda; düzenlenen otopsi raporuna göre kanında 227 mg/dl etanol bulunan maktulün boyun bölgesinde, boynu çepeçevre saran 3-5 cm kalınlığında telem izi, sağ küçük parmak üzerinde 0,2 cm uzunluğunda taze sıyrık bulunduğu, bu küçük yara ve kurutlu birkaç eski yara dışında maktulün vücudunda başkaca bir darp cebir izi bulunmadığı, ölümün elle veya bağla boğmaya bağlı mekanik asfiksi sonucu meydana geldiği, sanık hakkında düzenlenen adli rapora göre de sanığın boynunun sadece sağ yanında ve sol bacak arka yüzde hafif kızarıklık bulunduğu göz önüne alındığında, sanık her ne kadar aşamalarda, maktulün kendisine saldırarak zorla cinsel ilişki kurmak istediğini, kabul etmemesi üzerine boynunu elle ve başörtüsü ile şiddetle sıktığını, elinden kurtulmak için itip yere düşürdüğü maktulün başını çarpmasından istifade ederek maktulün kendisine yönelik bu saldırılarına karşı meşru müdafaa şartları altında maktulü boğduğunu, niyetinin maktulü öldürmek olmadığını savunmuş ise de; sanığın boynunun sadece sağ kısmında ve sol bacak üst kısımda hafif kızarıklık dışında vücudunda başkaca bir darp cebir izi bulunmadığına dair raporda sanığın boyun bölgesinde uğradığını iddia ettiği elle boğmaya emare olabilecek, boynu çepeçevre saran parmak veya telem izinden bahsedilmemiş olması, maktule ilişkin otopsi raporunda maktulün başında düşmeye bağlı herhangi bir darp cebir izine ilişkin tespit bulunmaması karşısında; maktulün yaşı ve otopsi raporunda belirlenen üstün fiziki yapısı da göz önüne alındığında, sanığın iddia ettiği şekilde yaşamına ve cinsel bütünlüğüne yönelik sürmekte olan bir saldırı bulunmadığı gibi önceki tarihlerde vuku bulmuş saldırının o an için tekrarının da muhakkak olmadığı, bu itibarla sanık açısından meşru savunma şartlarının oluşmadığı anlaşıldığından, sanığın meşru savunma şartları altında hareket ettiği yönündeki dosyada bulunan tutanak ve bilimsel raporlarla örtüşmeyen, cezadan kurtulmaya yönelik soyut savunmalarına itibar edilemeyeceği ve sanığın eşi maktulü yoğun tahrik altında kasten öldürdüğü kabul edilmelidir.
Bu itibarla sanığın yoğun tahrik altında nitelikli kasten öldürme suçundan, aleyhe temyiz bulunmaması nedeniyle ceza miktarı itibarıyla kazanılmış hakkı saklı kalmak kaydıyla mahkûmiyetine hükmedilmesi gerektiği yönündeki Özel Daire bozma kararı isabetli olup haklı nedene dayanmayan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Ceza Genel Kurulu Üyesi …;
“Sanık … hakkında; Eskişehir 2. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından yapılan yargılama sonucunda; TCK’nın 25/1 maddesi uyarınca ceza verilmesine yer olmadığına hükmedilmiş, anılan kararın sanık müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Yüksek 1. Ceza Dairesinin 18.02.2015 gün, 2015/810 K sayılı ilamı ile; özet olarak sanığın eyleminin TCK’nın 82/1-d, 29, 62. maddeleri uyarıca mahkûmiyetine hükmedilmesi gerekirken yazılı biçimde hüküm kurulması, kabule göre de beraat kararı verilmesi ile yetinilmesi gerektiğinin gözetilmediğinden bahisle yerel mahkemece verilen kararın 1412 sayılı CMUK’nın 326/son maddesinin gözetilerek bozulmasına karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 20.03.2015 gün, 2015/179062 sayı ile;Sanığın cinsel bütünlüğüne ve yaşamına yönelik ağır bir saldırıyı defetmek için eşini öldürmekten ibaret eyleminden dolayı, yerel mahkemece verilen ceza verilmesine yer olmadığına dair kararın TCK’nın 25/1, 5271 sayılı CMK’nın 223/2-d maddeleri uyarınca beraatine şeklinde düzeltilerek onanmasına karar verilmesi talebiyle itiraz edilmesi üzerine Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kurulu tarafından; itirazın reddine karar verilmiştir.
Somut olayımızda meşru müdafaa koşullarının oluşup oluşmadığı hususunda Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kurulunun sayın çoğunluğu ile aramızda uyuşmazlık doğmuştur.Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kurulunun, itirazın reddine ilişkin kararına aşağıda arz ve izah edilecek sebeplerle iştirak edilmemiştir.Uyuşmazlığın çözümü için, öncelikle görgü tanığı bulunmayan olayda; tek delil konumundaki sanığın savunmasının maddi delillerle uyuşup uyuşmadığının belirlenmesinden sonra maktul ile 26 yıl önce evlenen ve çok uzun yıllara dayanan şiddete maruz kaldığı dosya içeriğinden anlaşılan sanığın olay gecesi maruz kaldığı saldırılar ile kullandığı güç arasında orantı bulunup bulunmadığı ve buna bağlı olarak meşru savunma koşullarının oluşup oluşmadığının mevcut deliller ışığında yeniden irdelenerek yargı kararları ve öğretideki görüşlerden yararlanılarak açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.
Sanığın bütün aşamalarda sonuca etkili olmayacak küçük değişiklerle; maktul ile 26-27 yıl önce evlendiğini, evlendikten birkaç yıl sonra eşinin aşırı derecede alkol almaya başladığını, evlilik süresinin tamamının kabus içerisinde geçtiğini, bu süre içerisinde kendisine ve çocuklarına sık sık şiddet uyguladığını, zaman zaman evi terk etmesine karşın, çaresizce bu evliliği sürdürdüğünü, olay gecesi alkollü bir şekilde eve saat 23 sularında gelen sanığın, alkol almaya devam ederek izlemekte olduğu porno filmi birlikte izlemeyi teklif ettiğini, bu teklifi kabul etmediği için tartışmanın başladığını, sabah saatlerine kadar içki içmeye devam eden maktulün soyunarak cinsel ilişkide bulunmayı teklif ettiğini, bu teklifini de kabul etmediği için eşi olan maktulün saldırısına uğradığını, başındaki başörtüyü alan maktulün kendisini boğmak istediği sırada aralarında mücadelenin başladığını, itişme sırasında maktulün yere düşmesi sonucunda, elindeki başörtüyü alarak etkisiz hale getirmek için yerde bulunan maktulün boğazına dolayıp sıkması üzerine maktulün hareketsiz kaldığını, öldürme amacının bulunmadığını beyan eylemiştir. Sanığın olay gecesinden önce evlilik süresi içerisinde sürekli şiddete maruz kaldığına ilişkin iddiaları, gerek çocukları, gerekse maktulün babası ve tarafsız tanıklar tarafından da doğrulanmıştır.
Sanığın savunmasında; yatak odasında başlayan mücadelenin oturma odasında ölüm ile sonuçlandığını iddia edip ileri sürmüş olması, bu iddianın yatak odasında bulunan halıların devrilmesi, oturma odasında ise mücadeleyi gösteren dağınıklığın mevcut olması, sanığın vücudunda mücadeleye bağlı bulguların doktor raporu ile tespit edilmesi, aşırı derecede alkollü olduğu kesin olarak belirlenen maktulün daha güçlü olmasına karşın mücadele sırasında yetersiz kalmasının hayatın olağan akışına uygun olması karşısında; maddi delillerle desteklenen savunmaya bu aşamada itibar edilip edilemeyeceği hususunun, en önemli hedefi maddi gerçeği ulaşmak olan Ceza Muhakemesi Hukuku’nun en temel ilkelerinden birisi olan ‘Şüpheden sanık yararlanır ilkesi’ ile irtibatlandırılarak uygulamada ve teoride benimsenen görüşler ışığında açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 26.10.2010 tarih, 2010/8-134 esas 2010/217 karar sayılı içtihadında; ‘Şüpheden sanık yararlanır ilkesi’ özet olarak aşağıdaki şekilde açıklanmıştır.Latince ‘in dubio pro reo’ olarak ifade edilen ve masumiyet (suçsuzluk) karinesinin bir uzantısı olan ‘şüpheden sanık yararlanır ilkesi’ ceza yargılaması hukukunun evrensel nitelikteki önemli ilkelerinden biridir.
Sanığın bir suçtan cezalandırılmasının temel koşulu, suçun kuşkuya yer vermeyen bir kesinlikle ispat edilmesine bağlıdır. Şüpheli ve aydınlatılamamış olaylar ve iddialar sanığın aleyhine yorumlanarak hüküm tesis edilemez. Ceza mahkûmiyeti bir ihtimale değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalıdır. Bu ispat, teorik de olsa hiçbir kuşku ve başka türlü bir oluşa olanak vermemelidir.
Yüksek de olsa bir ihtimale dayanılarak sanığı cezalandırmak, ceza yargılamasının en önemli amacı olan gerçeğe ulaşmadan hüküm vermektir.Anayasa’nın 38/4. ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6/2. maddelerinde düzenlenmiş bulunan suçsuzluk karinesi, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kişinin suçsuz sayılması gerektiğini ifade etmektedir.
Bu karine uyarınca, suçsuz olduğu varsayılan kişinin suçlu kabul edilmesi için kesin hükümle mahkûm olması, mahkûmiyet için de fiilin ispatlanması, yani şüphenin bertaraf edilmesi gerektiğinden, şüpheden sanık yararlanır ilkesi suçsuzluk karinesinin bir uzantısı olarak karşımıza çıkmaktadır.Prof. Dr. Hakan Hakeri; Şüpheden sanığın istifade etmesi ilkesini; ‘
Mahkeme, Muhakeme Hukuku açısından kullanılmasına izin verilen bütün delilleri dinlediği hâlde, maddi mesele hakkındaki şüphesini yenemezse, suç fiilini sanığın lehine olacak şekilde karara bağlar. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6/2 maddesindeki ‘suçsuzluk karinesi’, şüpheden sanığın faydalanmasını gerektirir’ şeklinde özetledikten sonra; şüpheden sanık yararlanır kuralının anlamını şu şekilde açıklamıştır.Şüpheden sanık yararlanır ilkesi, ceza yargılaması hukukunda geçerli olan ve mevzuatımızda yazılı olarak hükme bağlanmamış bulunan bir ispat kuralıdır.
Buna göre, bir suç işlediği iddiasıyla yargılanan kimse hakkında mahkûmiyet kararının verilebilmesi için, o kimsenin o suçu işlediğinin yüzde yüz oranında kesin olması, ispatlanmış bulunması gerekir. Bu noktadaki yüzde birlik şüphe dahi, sanığın beraat etmesine yol açar.
Böylece masum bir kimsenin cezalandırılmasındansa, suçlu bir kimsenin serbest bırakılması daha üstün tutulmaktadır. Nitekim jüri sisteminin bulunduğu Amerika Birleşik Devletleri’nde jürinin tek görevi, sanığın suçu işleyip işlemediği konusunda, yani ispat hususunda karar vermektir. Jüri 11 üyeden oluşmaktadır ve bir kimsenin suçu işlediğine karar verilebilmesi için 11 üyeden, 11’inin de sanığın suçu işlediğine kanaat getirmesi gerekir. 10 üye sanığın suçu işlediği; ancak bir üye işlemediği yönünde oy kullandığı takdirde, sanığın beraatına karar verilir.
Bu örnek, şüphenin yüzde yüz oranında yenilmemesi dolayısıyla, sanığın beraatına karar verilmesi gerektiğini göstermektedir.Yargıtayın da benzer olaylardaki pek çok kararlarında bu ilkeye gerekli önemi verdiği açıkça görülmektedir. Çeşitli kararlarda bu husus şöyle ifade edilmiştir:Ceza yargılamalarında amaç, gerçeğin hiçbir şüpheye yer bırakılmaksızın ortaya çıkarılmasıdır; şüphenin bulunması hâlinde, mahkûmiyet kararı verilmesi ceza yargılaması hukukunun genel ilkelerine aykırıdır; şüpheden sanığın yararlanacağı evrensel bir ceza yargılaması hukuku ilkesidir ve varsayımlara dayanılarak mahkûmiyet hükmü kurulamaz.
Yargıtay 4. Ceza Dairesinin 22.05.1996 tarih, 1996/3748 esas-1996/4759 karar sayılı içtihadında;’Mahkeme kararının dayandığı tüm verilerin, bu verilere ait mahkemenin ulaştığı sonuçların, iddianın savunma ve varsa tanık anlatımlarına ilişkin değerlendirmelerin açık olarak gerekçeye yansıtılması, Anayasa’nın 141. ve CYUY’nın 32, 260 ve 308/7. maddeleri uyarınca sanıkları, mağdurları, Cumhuriyet savcısını ve de herkesi inandıracak ve Yargıtay denetimine olanak verecek biçimde olması gerekir.Şüpheden sanık yararlanır ilkesi; özenle yapılmış bir hazırlık soruşturmasına, her türlü araştırma soruşturma sonucu toplanmış ve değerlendirilmiş bütün delillere rağmen sanığın suçluluğu veya aleyhe durum konusunda var olan makul şüphenin giderilmemesi hâlinde uygulanmalıdır.
Bu durumun aksi, bu kez de mağdur tarafın, adaletin ve toplumun zarar görmesine sebep olacaktır. Uygulama alanı çok geniş ve hukukumuzda da vazgeçilmez bir yere sahip olan şüpheden sanık yararlanır ilkesi doğru uygulandığı ve doğru anlaşıldığı takdirde adalet sistemine ve hukuka hizmet edebilir.’ denilerek şüpheden sanık yararlanır kuralından ne anlaşılması gerektiği ayrıntılı bir şekilde açıklanmıştır.
Ceza muhakemesinin en temel ilkelerinden birisi olan ‘şüpheden sanık yararlanır’ kuralı gereğince; somut olayımızda sanığın savunmasının, olaydan hemen sonra inceleme yapan görevliler tarafından düzenlenen tutanak ve doktor raporu ile doğrulandığı gibi savunmanın aksini ispatlayacak hiçbir delilin elde olunamadığı dosya içeriğinden net bir şekilde anlaşılmıştır.
Aksi ispatlanamadığı gibi ayrıca maddi delillerle de desteklenen sanığın savunmasının doğru olduğunun kabul edilmesi hâlinde bu aşamada meşru savunma koşullarının gerçekleşip gerçekleşmediğinin belirlenmesi gerekmektedir. 5237 sayılı TCY.nın 25/1. maddesinde; ‘Gerek kendisine ve gerek başkasına ait bir hakka yönelmiş, gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırıyı o anda hâl ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde defetmek zorunluluğu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez’ biçiminde 765 sayılı TCK’nın 49/2. maddesinden daha geniş bir düzenlemeye yer verilmiştir. Düzenlemeye göre, meşru müdafaanın kabulü için saldırının ‘herhangi bir hakka yönelmiş olması’ yeterli görülmüştür.
Öteden beri öğretide ve uygulamada kabul edilegeldiği üzere; 765 sayılı TCY.nın 49/2. ve 5237 sayılı TCY.nın 25/1. maddelerinde düzenlenen ve hukuka uygunluk nedenlerinden birini oluşturan meşru müdafaa, hukuka aykırılığı ortadan kaldırmakta, dolayısıyla eylemi suç olmaktan çıkarmaktadır. Meşru müdafaanın kabul edilebilmesi için saldırıya ve savunmaya ilişkin koşulların birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir.
A- Saldırıya ilişkin koşullar;
a) Bir saldırı bulunmalıdır; burada somut bir saldırının varlığı gerekmekte ise de, başlayacağı muhakkak olan ve başladığı takdirde savunmayı olanaksız kılacak veya güç hâle getirecek bir saldırıyı başlamış, keza bitmiş olmasına rağmen tekrarından korkulan bir saldırıyı da henüz sona ermemiş saymak zorunludur.
b) Saldırı haksız olmalıdır.
c) Saldırı 765 sayılı Yasa’ya göre, nefis ya da ırza; 5237 sayılı Yasa’ya göre ise herhangi bir hakka yönelik olmalıdır.
d) Saldırı ile savunma eş zamanlı bulunmalıdır.
B- Savunmaya ilişkin koşullar;
a) Savunma zorunlu olmalıdır,
b) Saldırı ile savunma arasında oran bulunmalıdır. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 26.02.2008 gün, 2008/ 37 K sayılı ilamında; Bu nedenle; gece saat 24.00 sıralarında, kadınlardan ve küçük çocuklardan başka kimsenin bulunmadığı eve tahtadan yapılmış olan tuvalet penceresini kullanarak girecek kadar gözünü karartmış ve makul hareket edemeyecek ölçüde sarhoş olan maktulün, evin içerisinde sanık A. Y.. sanığın annesi H. A. ve yengesi S. A. yönelik olarak cinsel ilişkiye girmek istediğini de açıkça ortaya koyan saldırgan hareketlerde bulunup bahsedilen üç kadının tüm uğraşlarına rağmen saldırılarına son vermeyerek onları zor durumda bırakması, olayın nasıl bir gelişim göstereceğinin belirsizliği ve kadınların güç kullanarak da saldırılara son vermeye muktedir olamamaları karşısında; tamamen ırza yönelik muhtemel saldırıdan kurtulma gayesine matuf biçimde, eline aldığı tüfeğe bir fişek koyup, maktule rastgele ateş ederek ölümüne neden olan sanığın, meşru savunmanın sınırını olay sırasında kapıldığı mazur görülebilir korku, panik ve şaşkınlıkla aştığını kabul etmek gerekir.
Bu anlamda, evin içerisindeki cesedi gömleğin etekleri pantolonun dışına çıkmış vaziyette bulunan ve bu hâliyle belinde silah olup olmadığı net olarak anlaşılamayan maktulün, olay sırasında gerçekten silahlı olup olmaması, sanığın içinde bulunduğu heyecan ve korku göz önünde bulundurulduğunda çok da önemli değildir. Dolayısıyla sanık 5237 sayılı Yasa‘nın 27/2. maddesine uyan eylemi nedeniyle kusursuz sayılmalı ve kendisine ceza verilmemelidir.Yukarıda ayrıntılı bir şekilde açıklanan bilgi ve belgeler ile benzer olaylarda benimsenen içtihatlar ışığında somut olayımıza baktığımızda;
Meşru savunma koşullarının gerçekleşip gerçekleşmediğinin belirlenebilmesi için sanığın olay öncesinde, olay sırasında ve olaydan sonraki davranışlarının bir bütün içerisinde değerlendirilmesi gerekmektedir. Olay öncesi; Yaklaşık 26 yıldır maktul ile evliliğini çaresizlik içerisinde sürdürmek zorunda kalan sanığın, evlilik süresi içerisinde maruz kaldığı şiddetin artarak kronik bir hâl aldığı, eşine yönelik şiddeti alışkanlık haline getiren maktulün kendi çocukları ile birlikte öz babasına dahi şiddet uygulamaktan çekinmediği, sanığın gördüğü şiddetin yanında kendisini toplum içerisinde son derecede küçük düşürecek ve kendisine olan saygısını kaybettirecek şekilde başka erkeklere satılmak istendiği, sanığın gördüğü şiddete ve düşürülmek istendiği onur kırıcı duruma isyan ederek bu durumdan kurtulmak için resmi mercilere de müracaat ettiği, bir süre tedbir amaçlı olarak mahkemece evden uzaklaştırılmasına karar verilen maktulün şiddet içeren davranışlarının engellenemediği gibi tedbir kararına da aykırı davrandığı için hakkında mahkûmiyet kararı verildiği, bu durumdan kurtulmak için çırpınan sanığın başka bir işte çalışan oğlunun çalıştığı iş yerine sığınmasına karşın, gördüğü şiddete ve kötü davranışlara çare bulamadığı, uzun yıllar çocuklarıyla birlikte katlandığı şiddetin işkence boyutuna ulaşmasına karşın, aşırı derecede alkol kullanan maktulü öldürebilmek için çok daha uygun fırsatlar bulma ihtimalinin mevcut olmasına karşın, saldırı bir yana kendisini etkili bir şekilde korumak için hiçbir hazırlık yapmadığı, olay sırasında maktul tarafından alınan kendisine ait başörtüyü vasıta olarak kullanmasından çok net bir şekilde anlaşılmıştır.
Olay sırası;Eşinin eve gelerek alkol almasına ve porno film seyretmesine ses çıkarmayan sanığın, sabaha kadar alkol almaya devam eden maktulün almış olduğu alkolün de etkisiyle önce birlikte porno film seyretme sonra da cinsel ilişki teklifinin reddedilmesi üzerine saldırıya geçerek zorla cinsel saldırıda bulunmak isterken, saldırıdan kurtulmak isteyen sanığın, eşi olan maktulün aşırı alkolün de etkisiyle yere düşmesinden yararlanarak, maktul tarafından kendi başından alınan başörtüsünü maktulün elinden alarak yerdeki maktulün boynuna bağlayıp sıkması sonucunda ölüm olayının gerçekleştiği, olay sırasında hemen yanı başında bıçağı dahi kullanmadığı, yıllarca işkence gören ve fiziki olarak kendisinden çok daha güçlü olan maktulün tekliflerinin kabul edilmemesi ve yere düşmesinin meydana getireceği öfke içerisinde neler yapabileceğini çok iyi kestiren sanığın soğukkanlı bir şekilde hareket etmesi beklenemeyeceğinden; hem mevcut saldırıyı defetmek hem de tekrarı muhakkak olan saldırıdan korunmak için orantılı güç kullandığının kabul edilmesi gerekmektedir.
Olay sonrası;Olayın şaşkınlığını üzerinden attıktan sonra; delillerde hiçbir değişiklik yapmadan maktulün babasını arayarak haber veren sanığın son derece samimi bir şekilde ikrarda bulunduğu, maktulün etkisiz hâle gelmesinden sonra öfkesini yansıtacak herhangi bir davranışının tespit edilmediği, dosya içeriğinden anlaşılmıştır.Çocukları ile birlikte ailece gördüğü şiddetten kurtulmak için çaresizlik içerisinde kıvranan sanığın, evrensel bütün hukuk sistemlerinin dokunulmaz, devredilmez ve vazgeçilmez olarak gördükleri, farklı bütün inançların da kutsal olarak kabul ettikleri yaşam hakkının kendi öz çocukları ile babasına dahi şiddet uygulamaktan çekinmeyen ve ne zaman nerede ne yapacağı belli olmayan birisinin insafına terk edilmesine çağdaş bütün hukuk sistemleri gibi bizim hukuk sistemimizin de seyirci kalması beklenemez. Kendi yaşam hakkını 27 sene boyunca riske atarak sabreden, olay gecesi de maktulün aşırı derecede sarhoş olmasından yararlanarak kendisinin ırz ve iffetine ve yaşam hakkına yönelen saldırıyı önlemek isterken maktulü tesadüfen öldüren sanık hakkında ağır tahrik hükümleri uygulansa dahi verilebilecek en az cezanın 15 yıl hapis cezası olacağı dikkate alındığında;
verilecek ceza ile eylem arasında açık bir orantısızlık olacağı, böyle bir durumunda Türk Ceza Kanunu’nun 3. maddesindeki orantılılık ilkesini ihlal edebileceği gibi kamuoyu vicdanını da yaralayacağı açıktır. Sonuç itibarıyla yukarıda ayrıntılı bir şekilde açıklandığı üzere; meşru müdafaanın bütün koşullarının gerçekleşmiş olması nedeniyle sanık … hakkında TCK’nın 82/1-d, 29 ve 62. maddeleri uyarınca uygulama yapılması gerekirken, TCK’nın 25/1. maddesi uyarınca ceza verilmesine yer olmadığına dair yerel mahkemece verilen kararın kazanılmış hakkında gözetilmesi suretiyle bozulmasına karar veren Yargıtay Yüksek 1. Ceza Dairesinin 18.02.2015 tarihli kararına, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yapılan itirazının kabulüne karar verilmesi gerekirken reddine dair Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kurulunun sayın çoğunluğunun görüşüne iştirak edilmemiştir.” düşüncesiyle;
Çoğunluk görüşüne katılmayan Ceza Genel Kurulu Üyesi …;”Yasal savunma hâlinde gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırı olması gerekir.Yasal savunma, bir kimsenin ağır ve haksız bir tecavüzü kendisinden veya başkasından uzaklaştırmak amacı ile gösterdiği zorunlu tepkidir. Yasal savunma hâlinde fiil, hukuka uygundur. Bunun sebebi de hukuk düzeninin bir hakkın tecavüze uğramasına izin vermeyeceği esasında aramak gerekir.
Hukuk, esasen haksızlığı yenmek, adaletsizliği, saldırıları yasaklamak amacını güder. Hukukun yaşaması için haksızlıklarla, saldırılarla savaşılması gerekir. Hukuku korumak, haksızlığı yenmek için savaşan kimsenin hareketini hiçbir hukuk düzeni hukuka aykırı olarak kabul edemez. Bu sebepledir ki, savunmanın meşruluğu, olayın özelliğine mağdur olan kişinin durumuna, acizliğine, içinde yaşadığı toplumun özelliğine, korunması gereken hakka göre tespit edilmeli, hukukun kendi görev kavramlarından doğmaktadır. Kaldı ki, savunmada bulunmak, her varlığın ve insanın kendisini ve saklanmasını istediği hakkını korumak tepkisinin sonucudur.
Bu tepki toplumun yararına da uygunsa meşru savunmadır. Kuvvet kullanmak suretiyle haksız bir saldırıyı uzaklaştıran kişi, ahlak kurallarına uygun davrandığı gibi, hukuk içinde mücadele etmiş, topluma da hizmet etmiş olacağından sosyal savunmaya da katılmış olacaktır. Aile, kan bağı, evlilik ve diğer yasal yollardan aralarında akrabalık ilişkisi bulunan ve çoğunlukla aynı evde yaşayan bireylerden oluşan ve bu bireylerin cinsel, psikolojik, sosyal ve ekonomik gereksinimlerinin karşılandığı temel bir toplumsal birimdir.
Aile içi şiddet aile üyelerinden biri tarafından aynı ailedeki bir diğer üyenin yaşamını fiziki veya psikolojik bütünlüğü veya bağımsızlığını tehlikeye sokan, kişiliğini veya kişilik gelişimini ciddi boyutlarda zarar veren eylem veya ihmaldir. Özellikle erkeğin kadından üstün görüldüğü ve kadın ve erkek rollerinin katı çizgilerle birbirinden ayrıldığı toplumlarda kadınların daha çok istismara maruz kaldıklarına tanık oluruz.
Tüm bunlar sadece geçmişi çok uzuna dayanan trajedilere örnek teşkil etmez. Ne acı ki şimdilerde yaşanan ve gelecekte yaşanacak olan trajedilere de örnek teşkil ederler. Diğer bir değişle şiddet babadan oğla, mağduriyet de anneden kıza, aile içi şiddet de nesilden nesle geçer.Dosya kapsamına dönünce görülecektir ki maktulün bulunduğu yer ailenin ortak kullanım alanı oturma odasıdır.
Maktul çıplaktır. Yanında ekmek bıçağı, TV, DVD’de porno film vardır. Kısaca ailenin ortak kullanım alanı oturması odasının olay yeri olması evde yaşı küçük çocukların bulunması, TV’de porno film ve baba çırılçıplak ve yanında büyük bir boş rakı şişesi ve bira şişeleri ile birlikte olması yanında evin içinde sanık savunmasını doğrulayacak şekilde arbedeyi gösteren dağınıklık da mevcuttur. Sanığın raporuna göre savunmasını doğrulayan şekilde vücutta, boyunda ve bacak arkasında ekimozlar vardır.
Olayda 20 yıla yakın bir süre kadının çaresizliği nedeniyle süren bir evlilik mevcuttur. Erkek eş maktul öyle biridir ki hakkında daha önce aile efradına darp suçundan mahkûmiyet kararları verilmiş ve evden uzaklaştırma kararları almıştır. Babasının daha önce gözünü kör edecek kadar döven, çocuklarını eskiden beri darp eden eşi sanığı uzun yıllardır çeşitli sebeplerle döven olay günü de darp eden, boğazını sıkan, cinsel zorlamaya yönelen hareketleri olan, eşini fuhşa zorlayan ve hatta aksi sabit olmayan savunmadaki tabirle ‘satan’ ve olay gecesi de ‘borcum var ödeyemiyorum, seni satacağım’ diyen biridir.
Ceza hukukunun temel ilkelerinden olan ‘şüpheden sanık yararlanır’ kuralı karşısında olay akşamı görgü tanığının olmadığı olayda aşamalarda değişiklik göstermeyen ve aksi ispatlanamayan sanık -kadının- savunmalarına göre kendisini darp edip boğazını sıkan eşinin elinden tülbendini alıp boğarak öldürdüğü savunmasına itibar etmek gerekir. Adamın yapısını gözetip kadın bunu boğamazdı diyerek faraziye dayalı savunmayı bertaraf eden bakış açısı doğru değildir.
Zira maktul aşırı alkollü olup sanığın boğazında ekimotik alan mevcuttur. Bu açıklamalar karşısında sanığın durumu aksi ispatlanamayan sanık savunmasına itibar edilerek meşru savunma kapsamında mevcut olup kesildiğinde de tekrarı muhakkak olan haksız saldırı karşısında olan sanık hakkında TCK.nın 25/1, CMK.nın 223/2-d maddesi uyarınca beraatine dair karar verilmesi gerektiği kanaatinde olduğumdan itirazın kabulü gerektiği düşüncesi ile sayın çoğunluğun görüşüne katılmıyorum.” düşüncesiyle;
Çoğunluk görüşüne katılmayan beş Ceza Genel Kurulu Üyesi ise; benzer düşüncelerle karşı oy kullanmışlardır.SONUÇ:Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının REDDİNE
2- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 18.09.2018 tarihinde yapılan ilk müzakerede yeterli çoğunluk sağlanamadığından 04.10.2018 tarihinde yapılan ikinci müzakerede oy çokluğuyla karar verildi.
Bu konu hakkında benzer makaleler için tıklayın