Boşanma Davasında Hukuka Aykırı Deliller Nelerdir ?
Hukuk Muhakemeleri Kanunu m. 189/2’ye göre, hukuka aykırı olarak elde edilen deliller mahkeme tarafından bir olgunun ispatında dikkate alınamayacaktır. Pekcanıtez’e göre, genel anlamda kişilik hakkının ihlali sonucu elde edilen deliller, gizli olarak doğrudan yapılan ya da telefon görüşmesinin banda kaydedilmesi suretiyle edinilen deliller, güvene dayalı bir konuşmanın diğer tarafın haberi olmaksızın dinlenilmesi suretiyle edinilen deliller, bir tanığın evli bir çifti evlerinden gizlice gözetlemesi ve buna dayalı olarak boşanma sebebi hakkındaki açıklamaları, gizlice video kaydı altına almayla edinilen deliller, mektup ve posta yoluyla iletişimin gizliliğinin ihlali sonucu edinilen deliller, gizlice edinilen deliller ve ceza yargılaması usulüne aykırı bir şekilde edinilmiş deliller kural olarak hukuka aykırı deliller olarak kabul edilmektedir (Medeni Usul Hukuku, s. 599 vd).
Fakat örneğin, bir taşınmazda bulunan güvenlik kamerası kayıtlarının o taşınmazda oturan kişi yararına kullanılmasında hukuka aykırılık yoktur veya telefon görüşmesi sırasında karşı tarafın izninin bulunması halinde bu delil hukuka aykırı delil olarak kabul edilmez (a.g.e., s. 600-601).
Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun yürürlüğe girmesiyle birlikte, m. 189/2 hükmünün, hukuka aykırı bir biçimde elde edilen delilin uygulanmasının kesin olarak yasakladığı görülmektedir (Akil, Yargıtay Kararları Işığında Medeni Yargılama Hukukunda Hukuka Aykırı Biçimde Elde Edilmiş Delillerin Değerlendirilip Değerlendirilemeyeceği Meselesi, 1245 vd.). Bununla birlikte, Yargıtay kararlarında konunun ele alış biçiminin, özellikle de boşanma davaları yönünden, daha esnek bir yaklaşım sergilediği görülmektedir.
Hukuk Genel Kurulu’nun 25.9.2002 tarih ve E. 2002/2-617 K. 2002/648 sayılı kararında eşlerden birinin tuttuğu günlüğün diğer eş tarafından delil olarak ileri sürülebileceği kabul edilmiştir. Hukuk Genel Kurulu kararında, şu değerlendirmelere yer verilmiştir: “Hukuka aykırı yollardan elde edilmemiş deliller ise yasak bir delil olarak değerlendirilemez.
Boşanma davası zaten kişilerin özel yaşamını ilgilendiren bir davadır. Koca eşi ile birlikte yaşadıkları mekanda ele geçirdiği eşine ait fotoğrafları, not defterini veya mektupları mahkemeye delil olarak verirse, bu deliller hukuka aykırı yollardan elde edilmediğinden mahkemede delil olarak değerlendirilir. Aynı evde yaşayan kadın, kocanın bu delilleri ele geçirilebileceğini bilebilecek durumdadır. Kocanın yatak odasındaki bir dolabın içinde yada yatağın altında kadın tarafından saklanan bir not defterini ele geçirmesi, bu mekanın eşlerin müşterek yaşamlarını sürdürdüklerini bir yer olduğundan kadın gizli mekan kabul edilemez.
Hiç kimse evindeki bir mekanda bulduğu bir delili hukuka aykırı yollardan ele geçirmiş sayılamaz. Diğer taraftan özel hayatın gizli alanları, özel hayatın gizli alanını ilgilendiren delillerle ispat edilebilir. Nasıl ki, kadın başka bir erkekle müşterek hanedeki yatak odasında sevişirken koca tarafından kapı kırılarak içeri girilmesinde hukuka aykırılıktan söz edilemezse, ortak yaşanan evde bulunduran not defterinin elde edilmesi de hukuka aykırı olarak değerlendirilemez.
Eşlerin evliliğin devamı süresince birbirlerine sadık kalmaları yasal bir zorunluluktur. Kadının bu konulardaki özel yaşamı, evlilik ile bir araya geldiği hayat arkadaşı kocayı da en az kadın kadar ilgilendirmektedir. Bu nedenle de davalıya ait hatıra defterinin delil olarak değerlendirilmesinde kuşkuya düşmemek gerekir.”
Bu yönüyle, Yargıtay’ın boşanma davalarındaki yaklaşımının, eşlerin birlikte yaşadığı ortak konutta bulunan fotoğraf, not defteri, günlük benzeri ispat araçlarının hukuka aykırı bir şekilde edinilmiş delil sayılamayacağı yönündedir. Zira eşlerin ortak bir şekilde yaşadığı konutta tuttukları eşyaların diğer eş tarafından ele geçirilmesi, eşyaların bulunduğu alan her iki eşin ortak yaşam alanı olduğundan, özel hayatın gizliliğinin veya kişi haklarının ihlali olarak değerlendirilemeyecektir. Söz konusu somut olayda, Yargıtay, delilin hukuka aykırı bir şekilde edinilmediğine hükmetmiştir.
Yargıtay 2. Hukuk Dairesi, 20.10.2008 tarih ve E. 2007/17220 K. 2008/13614 sayılı kararında ise; “Sunulan delil, eşlerin birlikte yaşadıkları konutta, davalının bilgisi dışında koca tarafından hazırlanan bir sistemle elde edilmiştir. Yapılan bilirkişi incelemesi sonucu, ( CD )’deki ses kayıtlarının, orjinal olduğu, üzerinde ekleme, çıkarma, kesinti ve kopyalama bulunmadığı tesbit edilmiştir.
Davalı-davacı, kayıt altına alınan konuşmaların kendisine ait olmadığına ilişkin bir iddia ileri sürmemekte, bu delilin özel hayatının gizliliği ihlal edilerek elde edildiğini belirterek karşı çıkmaktadır. (…), evlilik birliğinde eşlerin, evliliğin devamı süresince birbirlerine sadık kalmaları da yasal bir zorunluluktur. ( TMK.m.185/3 ) Eşlerden birinin, bu alana ilişkin özel yaşamı, evlilikle biraraya geldiği ve birlikte yaşadığı hayat arkadaşı olan diğer eşi de en az kendisininki kadar yakından ilgilendirir.
O nedenle, evlilikte, evlilik birliğine ilişkin yasal yükümlülükler alanı, eşlerin her birinin özel yaşam alanı olmayıp, aile yaşamı alanıdır. Bu alanla ilgili de eşlerin tek tek özel yaşamlarının değil bütün olarak aile yaşamının gizliliği ve dokunulmazlığı önem ve öncelik taşır. Bu bakımdan evliliğin yasal yükümlülükler alanı , diğer eş için dokunulmaz değildir. Bu nedenle, eşinin sadakatinden kuşkulanan davacı-davalının, birlikte yaşadıkları her ikisinin de ortak mekanı olan konutta, eşinin bilgisi dışında ses kayıt cihazı yerleştirerek , eşinin aleni olmayan konuşmalarını kaydetmesinde bu suretle sadakat yükümlülüğü ile bağdaşmayan davranışlarını tesbit etmesinde özel hayatın gizliliğinin ihlalinden söz edilemez ve hukuka aykırılık bulunduğu kabul olunamaz” denilmiştir.
Yargıtay’ın bu kararında da, söz konusu ses kaydının eşlerin ortak yaşadıkları konutta alınmış olduğu vurgulanarak bu delilin elde edilme yöntemi hukuka aykırı kabul edilmemiştir. Söz konusu karar, öğretide eleştirilmiştir (Pekcanıtez, s. 598). Başka bir görüş ise, söz konusu kararı isabetli bularak, hukuka aykırı delil sunan davacının hukuken korunmaya değer menfaati ile delilin elde edilmesindeki yöntemin hukuka aykırılığındaki ağırlık arasında bir denge olup olmadığının değerlendirilmesi gerektiğini öne sürmüştür (Akil, s. 1260).
Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 17.9.2013 tarihli E. 2012/21108 K. 2013/21067 sayılı sonraki bir kararında ise, karşı oy yazısında “Sunulan delil, davalı-davacının, davalı-davacı eşine hediye ettiği bir cep telefonuna “casus program” yükleyerek yaptığı konuşmaların onun rızası dışında kaydedilmesi suretiyle elde edilmiştir. Davacı-davalı tarafından bu şekilde elde edilen delil hukuka aykırı elde edilmiş delil niteliğindedir.
Davalı-davacı, kayıt altına alınan konuşmaların kendisine ait olmadığına dair bir iddia ileri sürmemekte, bu delilin özel hayatının gizliliği ihlal edilerek hukuka aykırı şekilde elde edildiğini belirterek karşı çıkmaktadır. (…)Bir delilin elde edilişi, kişilerin Anayasayla tanınmış haklarının ihlali suretiyle gerçekleşmiş ise, onun hukuka aykırı olarak elde edildiğinin kabulü gerekir ve değerlendirilemez. Kaldı ki somut olayda ibraz edilen delil suç işlenerek elde edilmiştir.
Delilin elde edilişinde hukuka uygunluk nedenleri varsa, o zaman yasaya aykırılık ortadan kalkar. Ne var ki somut olayda bu anlamda bir hukuka uygunluk sebebi de bulunmamaktadır. (…)Aile bireylerinden birisinin bu alandaki ortak alanı kabul etmemesi bir başka deyişle diğer eşe bu alanı kapatmasının yaptırımı, diğer eşe Anayasaya aykırı olarak bu ortak alana müdahale hakkı vermez.
Bu durum ancak bir boşanma sebebi olarak değerlendirilebilir.Sonuç olarak Hukuka aykırı şekilde elde edilen delilin değerlendirilmesi ve hükme esas alınması Anayasa ve H.M.K.nun 189/3. maddesine aykırılık oluşturur” değerlendirilmesine yer verilmesine rağmen; söz konusu delilin hukuka aykırı olup olmadığı hususunda hiçbir inceleme yapılmaksızın delil değerlendirmeye alınmak suretiyle karar gerekçesi değiştirilerek onanmıştır.
Görüldüğü gibi, olayda eşlerden biri diğerinin telefonuna casus yazılım yüklemek suretiyle konuşmalarını kayıt altına almış ve bu kayıtları delil olarak mahkemeye sunmuş ise de; Yargıtay 2. Dairenin çoğunluk görüşü, söz konusu delillerin mahkemece değerlendirmeye alınmasını bir bozma sebebi görmeksizin kararı gerekçesini değiştirerek onamıştır.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 15.2.2012 tarihli ve E. 2011/2-703 K. 2012/70 sayılı kararında ise, “Bir delilin mahkemece kabul edilebilmesi için, gerek öğretide yer alan ağırlıklı görüş, gerekse de H.G.K. Kararlarında ortaya konulan ölçüt; o delilin usulsüz olarak yaratılmamış olması ve hukuka aykırı biçimde elde edilmemesidir. Vurgulanmalıdır ki, bir delilin usulsüz olarak elde edilmesi ayrı, usulsüz olarak yaratılması ayrı bir olaydır.
Usulsüz olarak elde edilen bir delil somut olayın özelliğine göre değerlendirilebilirse de; usulsüz olarak yaratılan bir delilin hiçbir şekilde delil olarak kabulü olanaklı değildir. Somut olaya gelince; Mahkemece, hükme esas alınan CD, davalı kadının rızası dışında kaydedildiği gibi sırf boşanma davasında delil olarak kullanılmak amacıyla bir kurgu sonucu oluşturulmuştur. O halde bu şekilde oluşturulmakla usulsüz olarak yaratılmış bu delilin hükme esas alınması mümkün değildir” demiştir. Böylece eşin rızası olmaksızın davada delil olarak kullanılmak üzere bir kurgu sonucu hazırlanan bir video kaydının delil olarak değerlendirilemeyeceği kabul edilmektedir.
Kararla ilgili dikkat çeken husus, üçüncü bir şahsın habersiz bir şekilde görüntü kaydının alındığı Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 28.5.2003 tarih ve E. 2003/1-374 K. 2003/370 sayılı kararına atıf yaparken, “davacı tarafça muvazaanın kanıtı olarak sadece video kaseti deliline dayanılmış; kararda video kasetinin hukuka aykırı delil olmamakla birlikte, murisin ses ve görüntüsünün kaydedildiği ortam, murisin ses ve görüntüsünün alındığı tarih itibariyle yaşlı, hastalıklar içinde kıvranan, hastaneden çıkmak için yardım bekleyen, her türlü etkiye açık bir kişi olması sebebiyle bu delilin başlı başına muvazaaya kanıt olamayacağı kabul edilmiştir” denilmiştir.
Atıfta bulunulan bu kararın konusu olayda, davacı mirasçıların anılan video kasedi dışında, tanık beyanı da dahil olmak üzere, dayanabilecekleri hiçbir delilleri bulunmamaktadır. 2012 tarihli Yargıtay kararı da, “Usulsüz olarak elde edilen bir delil somut olayın özelliğine göre değerlendirilebilse de; usulsüz olarak yaratılan bir delilin hiçbir şekilde delil olarak kabulü olanaklı değildir” demekle, incelediği olayla ilgili kamera kaydının bir kurgu neticesinde oluşturulmasının bu delilin kesinlikle değerlendirmeye alınamayacağıyla ilgili belirleyici etken olduğunu vurgulamış görünmektedir.
Son olarak, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 26.11.2014 tarih ve E. 2013/4-1183 K. 2014/960 sayılı bir kararında, “…uyuşmazlık; davalılardan B…’in davacı ile aralarındaki iş bu davadan önce görülmekte olan hukuk davasında delil elde etmek üzere, diğer davalıları hasta gibi davacı doktorun muayehanesine yönlendirerek, muayene sırasında aralarında yaptıkları görüşmeleri gizlice kaydettirip dosyaya sunması karşısında yapılan bu eylemin hukuka aykırı olup olmadığı, diğer bir deyişle davacının kişilik haklarına saldırı oluşturup oluşturmadığı noktasında toplanmaktadır.
Yukarıda ifade edildiği üzere, bir delilin usulsüz olarak elde edilmesi ayrı, usulsüz olarak yaratılması ayrı bir olaydır. Usulsüz olarak elde edilen bir delil somut olayın özelliğine göre değerlendirilebilirse de; usulsüz olarak yaratılan bir delilin hiçbir şekilde delil olarak kabulü olanaklı değildir. (…)dava konusu olayda ani gelişen bir durum söz konusu olmadığı gibi, aksine davacı ile davalılardan B. arasında uzun süredir devam etmekte olan uyuşmazlıklar ve davalar bulunduğu dosya kapsamı ile sabittir. Bunun dışında bir daha kanıt elde edememe durumu da yoktur.
Çünkü davacının muayenehanesine giden davalıların tanık olarak gösterilmeleri ve dinlenmelerine engel bir durum bulunmamaktadır. Bu nedenle davalıların eylemlerinin davacının kişilik haklarına haksız bir saldırı oluşturduğu kabul edilmelidir” demek suretiyle tazminat davasına ilişkin olan direnme kararını uygun görmüştür.
Görüldüğü gibi, bu kararda da, söz konusu video kaydının bir kurgu sonucu oluşturulmuş olduğundan mahkemelerce delil olarak değerlendirilemyeceği ve davacının başka delillere ulaşma imkanı olduğu dikkate alınarak, davalının davranışının davacının kişilik haklarına saldırı oluşturduğu görüşü benimsenmiştir.
Bütün bu çerçeve bir arada değerlendirildiğinde;Eşlerin ortak konutlarında elde edilen delillere dayanılabileceği,Eşlerin ortak konutlarında alınan ses kaydının Yargıtay tarafından hukuka uygun elde edilmiş bir delil olarak değerlendirildiği,Başkaca bir delil edinme olanağı olmadığı durumlarda, somut olayın özelliklerine bakılarak video kayıtlarının da delil olarak değerlendirilebileceği görüşünün Yargıtay tarafından benimsendiği,Yargıtay’ın 15.2.2012 ve 26.11.2014 tarihli kararlarıyla geliştirdiği içtihada göre, hukuka aykırı elde edilen delilin medeni yargılamada kullanılıp kullanılmamasında somut olaya göre hareket edildiği,Bir kurgu tasarlanarak, bu çerçevede ilgilinin videosunun kayıt altına alınması durumunda bu yöntemle elde edilmiş delilin “usulsüz olarak yaratılan bir delil” olarak kabul edildiği ve hiçbir şekilde değerlendirmeye alınmadığı görülmektedir.
Bu konu hakkında benzer makalelerimiz içn tıklayın